Makaleler

İYİ Kİ SİZLER VARSINIZ II- EVLİLİK BAĞLAMINDA

Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 02.04.2021

TOPLUMSAL GENLERİMİZ

İnanç denilen soyut durum eylemlerle görünür. Ancak tarihin her döneminde, kendilerini bir inanca nispet ettikleri halde, o inançla ilgili eylemsizlikleri nedeniyle sahip olduklarını iddia ettikleri inanç ilkelerinin çok uzağında yaşayan kişiler çok görülmüştür. Oysaki bir inanç sahibi olmak için inancın gerektirdiği eylem ve inanç için gereken eylem, canlı kalmak için zorunlu olan oksijen gibidir. Yani inancın yaşayabilmesi, inancın gerektirdiği eylemlere doğrudan bağlıdır.

Bu satırlarda, görmekle, dinlemekle, bilmekle mutlu olduğum, pek az kimsenin fark ettiği, toplumumuzun içindeki soylu bir damardan söz etmek istiyorum. Milletimizin varlığını sürdürmesini sağlayan ‘somut ve soyut’ genleriyle yüzyıllardır içeriden ve dışarıdan yorulmadan oynandığı halde, toplumumuzun millet olarak kalabilmesinin nedeni, işte burada işaret edeceğim soylu damarlardır. Bunlar, toplumu ifsat amacına yönelik araştırmacıların görüntüleme cihazlarında görülemeyen kılcal damarlar gibidirler. Onlar bu toplumun yükünü taşıyan görünmez kahramanlaradır. O damarın geçmişten bugüne nasıl geldiğini ve hâlâ nasıl canlı olduğunu, -pek çok konuda örneklemek mümkün olduğu halde- insanlıkla yaşıt bir kurum olan ‘EVLİLİK’ üzerinden örneklemek istiyorum:

YOZGAT-YIL: 1956

O yaz, yakın akrabalar arasında dört tane düğün olmuştu. Aynı sülale içerisinde, oğlu iki yıldır nişanlı olan Yılmaz’ın da düğün kurması bekleniyordu. Yılmaz, nişanladığı oğlunun düğününü bir türlü yapmıyordu. Bir akşam çocuklarının düğünü yapmış dört baba yanlarında eşleriyle onun evine geldiler. Hoş beşten sonra açıkça, düğün yapmak için neyi beklediğini sordular. O da biraz zorlanarak düğün kurmak için gereken parayı toparlayamadığını söyledi. Gelenler durumun böyle olduğunu zaten biliyorlardı. En büyükleri, şakaya vurarak ‘Bizim çocuklar evlenecek de senin oğlan bekâr mı duracak, hep beraber yapalım şu düğünü’ dedi. Hemen orada kadın-erkek, kim hangi masrafı üstlenecek, kim hangi işi görecek belirlendi. Konuklar, Yılmaz’ın mahcubiyetinin üstünü laf kalabalığına getirerek örttüler. On beş gün içinde düğün yapıldı. Düğün için gereken yemeklerin hepsi, bu dört kişinin evlerinde yapıldı ve kimse görmeden düğün evine getirildi. Yapılan alış verişin borcunu da bu dört kişi paylaştılar. Diğer düğün masraflarını da yakınlarının yardımıyla Yılmaz karşıladı. Yıllar geçip gitti. Onların kimi Hakk’ın rahmetine kavuştu kimi hayatta. Ben bu öyküyü, Yılmaz Dede’den dinledim. Bu düğüne destek olanlar yaptıklarını herkesten, kendi çocuklarından, torunlarından bile saklamışlar. Belki herhangi biri, uygunsuz bir yerde ağzından kaçırır diye.

 KAYSERİ-YIL: 1965

Ziyaretine gittiğimiz ailenin annesi gelmişti Kayseri’den. Yedik içtik sohbet koyulaştı. Uzun süredir oğlunun ve gelinin yanındaydı. Teyzeye, eşi olup olmadığını sordum. Gerisini teyzeden dinleyelim: ‘Ben evlendikten dört yıl sonra kocam öldü. Bir kız bir oğlan çocuğum yetim kaldı. Kocamla birbirimizi çok severdik. Dünya başıma yıkıldı ancak elden gelen bir şey yoktu. Aradan biraz zaman geçtikten sonra babam geldi ve beni götürmek istedi ancak kocamın ailesi de çocukların benimle gelmesine razı olmadılar. Tabi daha çok gençtim ve babam: ‘Bu yaşta ömür boyu böyle kalması doğru değil’ diyerek kocamın ailesini ve beni ikna etmeye çalıştı. Kayınbabam beni karşısına aldı ve benimle uzun uzun konuştu. Bana ne yapmak istediğimi sordu. Ben artık kimseyle evlenmek istemediğimi, çocuklarıma da asla bir üvey baba istemediğimi söyledim. O da tüm büyüklerimizle konuşup danıştıktan sonra babamla da durumumu konuşmuş ve şöyle bir karara varmışlar: Ben çocuklarımla birlikte rahmetli eşimin ailesiyle kalacaktım. Eşime ait mal varlığı belirlenerek bana verilecek ve ayrı bir evim olacaktı ancak kayınbabamın koruması altında olacaktım. Mallarımız ayrıldı ve belirlendi ancak ben malın mülkün ayrı olmasını istemedim, eskisi gibi birlikte yaşamaya devam ettik. Hayattayken kayınbabam, o ölünce de kaynım baktı bize. Her ikisi de beni ve çocuklarımı ‘emanet’ kabul edip her zaman el üstünde tuttular. Hele Mehmet’im her zaman herkesin gözbebeği oldu. Şimdi de çocuklarım evlendi, istediğim kadar kızımda, oğlumda kalır; isteğim zaman da geri dönerim kendi evime. Kaynım bana da çocuklarıma da babalık etti. Eltim de bana kol kanat gerdi, genç yaşta dul kalışıma çok üzüldü ve tıpkı bir anne gibi beni bağrına bastı. İşte benim hayat bu kızım.’ 

NEVŞEHİR-YIL: 1985

Babam, Almanya’ya gitmişti ve yokluğu yenmişti. O dönemdeki pek çok kimse gibi önce düzgün bir ev yaptırdık sonra araziler aldık. Ablam evlendikten sonra bir tatilde babam beni de temiz, düzgün bir genç diye köyümüzden biriyle nişanladı. Nişanlım yetimdi. Annesi, üç kızını evlendirmişti, dördüncü de benim nişanlımdı. İki yıl nişanlı kaldık. Babam o yaz yine izne geldi. Bizim oralarda bu kadar uzun nişanlı kalmak doğru bulunmazdı. Sonradan öğrendiklerimi anlatayım şimdi: Babam, bizi ziyarete geldiklerinde, kayınvalideme açıkça düğünü ne zaman yapmayı düşündüklerini sormuş. O da utana sıkıla, gerekli hazırlığı yapmak için zorlandıklarını söylemiş. Bundan sonrası şöyle oldu: Hemen o hafta gereken hazırlıklar en iyi şekilde yapıldı. Kısa süre içerisinde düğünümüz kuruldu, biz evlendik. Aradan yıllar geçti çoluk çocuğa karıştık. Eşim gerçekten çok iyi bir insandır. Babamın yokluğunda, annemin oğlu gibiydi. Emeklilik sonrası, babam yurda kesin dönüş yaptı ve bir süre sonra da hakkın rahmetine kavuştu. Eşim babamın arkasından çok ağladı. Hep diyordu ki: ‘Ben baba nedir onda gördüm, baba hasretimi onda giderdim. O, bana gerçek bir baba oldu.’ Sonra anlattı bana, meğer bizim düğünümüzü babam yapmış, ‘Pembe hiçbir zaman bilmesin.’ demiş ve durumu ben dâhil kimseye söylenmemesini istemiş. Eşimin zorlandığı her durumda -benden habersiz- hep ona destek olmuş. Kızılırmak’ın kenarında akan suyun sesi arasında bunları anlatırken ‘Babam’ dediği her seferinde gözyaşları akıyordu. Irmağın kenarında az ötemizde oynayan çocuklar arasında, en küçük olanı gösterdi: ‘Şu benim en küçük oğlum Erhan, babam öldükten sonra doğdu, eşim babamın adını verdi. Babam, başka bir adamdı, biliyorum. Makamı cennet olsun inşallah.’

ADANA-YIL: 1995

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirmiş, atanmak için girdiği sınavı kazanmış ve atanmış bir gençti Yüksel. Yakınları ve sevenleri artık onun kendisine uygun bir evlilik yapmasını istiyor, bu seçkin delikanlının nasıl bir evlilik yapacağını merakla bekliyorlardı. Yüksel, evlenmeye karar verdiğinde, benim de bir dönem kendisinden dersler aldığım bir hocamıza gitmiş ve şöyle demiş: ‘Hocam evlenmek istiyorum ve bu konuda sizin yardımınızı bekliyorum. Bana birkaç çocukla dul kalmış, bakılmaya, korunmaya, geçindirilmeye ihtiyacı olan bir kadın bulun.’ Bu hocamın kendi kızları vardı; Yüksel isteseydi, hoca onunla kendi kızını da nikâhlardı. Daha sonra pişman olabileceği düşüncesiyle Yüksel’i bu kararından vaz geçirmek için hocam, yakınları, arkadaşları uzun süre uğraşmışlar. Ancak nafile o kararından vaz geçmemiş. Sonunda tam istediği gibi olmasa da birisiyle evlendi. Annesi o çocukken ölmüş, babası yeniden evlenmiş ve babası da bir süre sonra ölmüş bir kız... Dayısı bir süre kol kanat olmaya çalışmışsa da o da bir yere kadar olabilmiş. Gerçek bir kimsesiz… Yüksel, bu kızla evlendi. Evlendiklerinde o, 23, eşi 27 yaşındaydı. Ben onu hiç tanımadım ama bu evlilikte tanıdığım biri vardı, onun karısı… 

ANKARA-YIL: 2020

Birbirleriyle gönül bağı olan kadınlar, ortak haberleşmeyi sağlamak için bir watsap grubu kurmuşlardı. Bir akşam watsap grubundan bir mesaj geldi. Bu mesaj hepsinin yoksullarla ilgilendiğini bildikleri arkadaşları Sevgi’dendi. Mesajda kısaca şöyle diyordu: ‘Kimsesiz bir delikanlıyla yetim bir kızı evlendiriyoruz. Ostim’den bir esnaf ağabeyimiz, oğlumuza iş verdiği gibi daha önceden alıp kullanmadığı küçük bir evi de onlara verdi. Kullanılmamış her türlü ev eşyası gerekmektedir. Ayrıca düğün ve nişanda kızımızın giymesi için o gün uygun giyecek de gereklidir. Yeni bir ev kurulacağı için yiyecek uygun malzeme de kabul edebiliriz. Kimin verebileceği nesi varsa hazırlasın ve bana özelden bildirsin. İki gün sonra bir araç hazırlayıp evlerden toplayacağım.’ On gün sonra Sevgi hanımdan şu mesaj geldi: ‘Değerli kardeşlerim, söz ettiğimiz kızımızı ve oğlumuzu, güzel bir düğünle evlendirdik, şükür evine tüm eşyalarını hazırladık. Yardımcı olan, emeği geçen herkesten Allah razı olsun, karşılığını Rableri versin inşallah. Kızımızın düğün resimlerinden iki tanesini buradan gönderiyorum. Şimdi gelelim yeni konuya: İki çocukla dul kalmış otuz iki yaşında bir hanım var. Çevrenizde onunla evlenebilecek uygun biri varsa lütfen benimle irtibata geçin. Hepinizi çok seven kardeşiniz’

Kendisini her durumda ortaya koyan bu soylu damar, insanımızın yüreğinde saklıdır. Rahman ve Rahim isimlerinin tecellisi olan ‘Merhamet adlı pınar’ oradan kaynar. Evet, şah damarı başka bir yerdedir ancak biliyorum ki milletimizin hayatı için ‘can damarı’ orasıdır.

Son Güncelleme: Pazartesi, 24 May 2021 09:05

Joomla templates by Joomlashine