Münevver-i Nakısa / Diplomalı Yarım Aydın

Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 01.01.2020

Osmanlı Türkçemizde kullanılan ‘münevver-i nakısa’ şeklinde bir sıfat tamlaması var. Bu tamlamayla ‘resmî öğrenim’ini tamamlamış fakat sonrasında ‘tecrübe, tefekkür, bilgi ve görgü artırma’ yöntemleriyle ömür boyu sürmesi gereken kendini eğitme ve terbiye etme sürecine geçiş yapamamış kişiler kast edilir.

Bunlar, günümüzde, tarihin her zaman diliminden daha etkin ve önde görünüyorlar. Bu kişiler; yaşlarının ilerlemesine ve -hasbelkader- sahip oldukları diplomalarına bakarak kendilerini, olabilecekleri en üst yerde yani ‘OLGUN VE ERDEMLİ İNSAN’ konumunda görürler. Kendilerini yetiştirmek ve geliştirmekle ilgili tembellikleri de bu yüzdendir. Kendilerindeki eksikleri ve yanlışları bilmedikleri için kendilerini düzeltme ve tamamlama gibi bir çabanın içinde olmazlar. Kişinin kendi gerçeğinin farkında olmasının önemini bilenler: ‘Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz.’ derler. (Talibî/ Tabip Muhammed Bey)

Bu kişilerin yaşları ve konumları ne olursa olsun en fazla ‘saçları ağarmış bir ergen’ veya 23 Nisan Çocuk Bayramında devletin önemli makamlarına oturtulan çocuklar gibi olabilmektedirler. Bu konumlanmanın toplumumuzu getirdiği -neredeyse 200 yıldır yaşadığımız- bu sonradan görmelik, köksüzlük ve yetersizlik, yöneticilik konumundakilerde olduğunda, daha da zor tahammül ediliyor. Çünkü ‘Aptallık, sözde aydın olan ahmaklarda çok daha yaygındır.’ (A. İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım)

İşte bu ‘diplomalı yarım aydın’ yani önceki tabirimizle ‘münevver-i nakısa’ tipinin ‘din bilmez, tarih bilmez, edebiyat bilmez, gelenek-görenek bilmez, edep-terbiye bilmez’ yapıları sebebiyle basiretsizlikleri ve bunun sonucu ortaya çıkan ahmaklıkları, yalnızca kendilerini etkilemiyor. Çevreleri bunlardan olumsuz anlamda etkilendiği gibi yönetici olduklarında da sorun ve sıkıntıların sebebi oluyorlar. Şu hikâye bu durumu örnekleyebilir:  

‘Eski yıllarda bir kum fırtınasında, çölde, kervan ile kervancı ayrı düşer. Fırtına dindikten sonra kervan, önündeki eşekle çölün ortasında kalakalır. Uzun süre bekler fakat kervancı yoktur. Bu arada bir çöl faresi ortaya çıkar. Tecrübeli kervancının tutup çektiği, eşeğin boynuna bağlı, ucu yerde sürünüp duran ipi ağzına alır; yürümeye başlar, koca kervan yürür; durur, tüm kervan durur. Çöl faresi, koca kervanı arzusuna göre hareket ettiren gücüyle mest olarak onları çeke çeke yaşadığı yerin deliğinin önüne kadar getirir. Deliğin önünde durup geri döner ve tüm kervana seslenir: Hadi bakalım, şimdi de bu delikten geçeceğiz.’

Hepimiz şunu bilmeliyiz: İnsan için eğitimin tamamlandığı bir zaman ve konum yoktur. Her insan son nefesine kadar sürekli öğrenmek ve öğrendikleriyle kendini geliştirmek zorundadır. Çünkü en büyük sorunların temelinde her zaman cehalet yatar. Söz ettiğimiz cehaleti de kişi resmî eğitimlerden ziyade kendi özel çabalarıyla giderebilir.

Cehalet şirke, eksik bilgi küfre giden en kısa yoldur.

Bireysel eğitim süreçlerini hayatlarının herhangi bir noktasında durdurarak cehaletin bir seviyesinde kalan kişilerin bağlılığı kolayca şirke dönüşebilmektedir. Ancak şüphelerini besleyip güçlendiren yetersiz bilgileriyse hem kendilerine hem başkalarına zulümlerine sebep olabilmektedir. Böylece bireyselleşerek ve bencilleşerek kendini putlaştıran ve esasında her şeyden çok kendisine tapan insan, aslında kendi kendisine arkadan saldırarak yine kendisini hakladığının farkında bile olmamaktadır.   

İnsanlar, kendi varlıkları başta olmak üzere ‘varlık ve varlığın gayesi’ konusundaki sorularına anlamlı cevaplar verebildikleri ölçüde, kendilerine yürüyebilecekleri hayat yollarını da açmış olurlar. Doğru, yeterli, anlamlı cevaplara sahip olanların büyük bir çoğunluğu, yalnızca kendi hayatlarını değerli yaşamakla kalmaz, iletişimde bulundukları kişiler üzerinde de etkili olur ve arkalarında da değerli eserler bırakırlar.

Cahillerde neden bilgiç tavırlar vardır?

İlim sahibi olmak, tuzlu su içmek gibidir. İçtikçe susuzluğunun arttığını fark eden kişilerdeki her ilim, bildiklerine biraz daha dışarıdan bakmayı sağladığından, kişi, ilmini artırdıkça ne kadar az şey bildiğini fark eder. Cahilde bulunan bilgiç tavırlar işte bu bakış açısının yokluğundandır. Çünkü o, neyin cahili olduğunu bilmeyecek kadar cahildir.

Ancak en üst seviyedeki ilim dahi kişiye ancak ham madde olarak ‘malzeme’ sunar. Ne zaman, nasıl, nerede ve niçin kullanılacağı öğretilmeyen bilgileri ezberletmeyi başarı kabul eden bir sistem, doğru ve sağlıklı değildir. Bizim eğitim sistemimizin temel sorunu da zaten sürecin burada bırakılmasıdır. Hâlbuki bilginin anlamlı olabilmesi özümsenmesiyle mümkündür. Özümsenme denilen süreçte ise öğrendikleriyle eğitilip güçlendirilmesi gereken ‘insanın beden, duygu, zihin’ (İbn Bâcce) boyutları devrededir. Bilgi ancak böyle bir süreçle kişinin varlık boyutlarında, biçimlendirici ve yönlendirici olarak anlamlı biçimde kullanılır; başka türlü değil. Gırtlaktan öte geçmeyen veya en fazla kısa süreli belleğe kayıt edilen bilginin zihni aşarak eylemleri onarması mümkün olamaz. İşte zaten bu yüzden böyle bilgi sahiplerine ‘münevver-i nakısa/eksik aydın’ denmektedir.

Eğitim sistemimizin ‘yap-boz’ süreci, insanın boyutları ve bunların eğitimi konusundaki bilinç eksikliği sebebiyle bir türlü bitmek bilmiyor. Herkes, yeni bir şeyler yapıp gündem olmak istiyor. Sonra, herkesin bildiği gibi, gösterişli sunumlar eşliğinde medyaya arz edilen ve uğrunda çokça ‘emek, para, zaman’ harcanan bir sürü proje, kısa zaman sonra iptal edilerek rafa kaldırılıyor. Bu arada, bu projeleri süsleyip sunan ve ‘emek, zaman, para’ israfına sebep olan kişiler hiçbir şekilde hesap sorulabilir olmuyor. Bu israflardan çok daha önemli olan husus ise ‘yanlış, anlamsız, değersiz vs.’ denilerek kaldırılan projeler çerçevesinde ‘eğitim(!?) verilen’, bu projeler çerçevesinde duygu ve zihin yapısı biçimlenen gençlerin maruz kaldığı bu tahribattan kimse söz etmiyor. Bu gençlerde, bu sürecin sonucu olarak yanlışlar ortaya çıktığında kimse sorumluluğu üstlenmiyor? Şu anda yaşanmakta olan yozlaşmanın sorumlusu kim?

EĞİTİM KONUSUNDA DA hiçbir yolculuk, ne yana gideceğini bilmeyenin yolculuğu kadar zor değildir. Çünkü yön ve yöntem konusunda bilgi ve kararlılık sahibi olunmadığında, sistem her gün bir başkasının sözleri ve yol göstermesiyle biçimleniyor. Eğitimde bunun bedeli daha da ağır oluyor. Eğer hedef yanlış gösterilmişse yanlış yola çıkanın ulaşacağı doğru bir hedef olmaz. Yanlış yola çıkanın güzel yöntemler ve araçlar kullanması da onu anlamlı ve değerli bir hedefe ulaştırmaz. Bunun temel sebebi ise ‘doğru, gerekli, yeterli, hedefli bir eğitim sistemi’ olmamasıdır.  

Eğitim sürecinde akli ve nakli ilimler, teori ve pratik eşliğinde, birlikte ve birbirini destekleyip güçlendirecek şekilde verilmeden ve hep sürmesi gereken şahsiyet eğitiminin yol ve yöntemleri öğretilmeden, ‘zülcenaheyn / çift kanatlı’ insanlar yetişemez. Tek kanatla uçmak da hiçbir zaman mümkün değildir. Maddi ve manevi anlamda yaşanmakta olan sürüngenlik bu yüzden, zulme teslimiyet bu yüzden, küfre uşaklık bu yüzden, hedefsizliğin getirdiği zillet bu yüzden, modernliği zahire indiren cehalet bu yüzden, gösteri hırsına kapılmış sonradan görmelik bu yüzden, azınlık psikolojisiyle sahip olup sömürmek azgınlığı bu yüzden, çoğunluk psikolojisiyle yaşanan kaygısızlık bu yüzden, düşmanı dost sanan gaflet bu yüzden, milletin iliğini koparan dalalet bu yüzden, toplumun ümüğüne çöken ihanet bu yüzden ortaya çıkıyor; var olacak ve yaşayacak alan bulabiliyor.

 Ve bunun bedelini, millet olarak çok ağır ödemeye devam ediyoruz.