BİR ZÜMRÜDÜANKA HİKÂYESİ - 12

Bir Zümrüdüanka Hikâyesi -11

Kırgın, kızgın ve yorgundu Zümrüdüanka. Eğer kendini kontrol altında tutup gerektiği gibi davranmaya çalışmasaydı, yaşadığı kırgınlıklar sebebiyle herkesten uzaklaşacak ve bir uzlet köşesinde sesiz sakin yaşayacaktı. Kızgınlıklarını kontrol altında tutmasaydı, etrafında olanları, öfkeyle kırıp geçirebilirdi. Eğer gerçekten de derinden derine bedenen ve ruhen hissettiği yorgunluklarının etkisi altında kalsaydı başını kanatlarının altına sokar ve uyandıkça uyurdu. Zorunlu olduğu için yer, içer yine uyurdu.

Peki, tüm bunlar neyi değiştirirdi.

Uzlet, kırgınlıklarını; öfke boşalması, kızgınlıklarını; uyumak, derinden hissettiği yorgunluğunu geçirebilir miydi?

-          Hayır!

-          Bin kere hayır!

Belki kendisi bunları yaparak daha da kırılacak, yorulacak, kızacaktı.

-          E öyleyse, dedi kendi kendine, sonra kendine itiraz etti.

-     Belki bunlar kendilerine kırıldığımı, kızdığımı, yaşattıklarından yorulduğumu anlarlar da daha fazla üzerime gelmezler. Aynı hal üzere devam etmezler.

-     Acaba, dedi yine, acaba öyle mi? Yani bunlar, tüm bunları hissettiğimi bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Neyi değiştiriyorlar? Hiçbir şeyi. Demek ki ona göre tavır olmak gerekiyor. Herkes her şeyi biliyor ama herkes işine gelmeyeni bilmezden geliyor. Herkes, her durumda kendi istekleri, ihtiyaçları, mutlulukları neyi gerektiriyorsa ona göre davranıyor. Kimse, başkalarını ilgilendiren durumlarda, acaba benim isteğim, ihtiyacım, mutluluk sebebim, karşımdakinin de istediği bir şey mi, o da buna ihtiyaç hissediyor mu, bu sebeple o da mutlu olacak mı, diye düşünmüyor. Benim istediğim şeyi, başkası hatta en yakınımda ve kendilerini sevdiğimi ifade ettiğim kimseler istemese bile olmalı; benim ihtiyacım ve mutluluk sebebim başkalarının üzüntü veya kırgınlık, kızgınlık sebebi olsa bile yine de bunları karşılayacak ne varsa yaparım, diye düşünüyor herkes. İşte bu yüzden, yüzler ve yürekler aynı kelimelerle konuşmuyor. İşte bu yüzden diller ve gözler aynı sözlerle konuşmuyor. İnsanlar; ‘İşte bu yüzden, kula kulluk başlıyor, işte bu yüzden adı konulmamış kölelik her yerde her şekilde yaşanıp gidiyor. Kölelik haline gelmiş evlilikler var, iş yerleri var, ticarethaneler var, kurumlar, kuruluşlar var. Bunların kimi gönüllü, kimi zorunlu, kimi yaşadığı veya yaşattığı köleliğin farkında bile değil. De facto, denilen bir şey var.’ diyorlar. Yani ‘Durum, ortam, düzen öyle ve öyle olmayı gerektiriyor.’ diyorlar. Bense bir kuş olarak bile tüm bu şeylere itiraz ve isyan ediyorum, dedi Zümrüdüanka.

-      Peki, itiraz ve isyan ediyorum da ne oluyor?

Hemen cevap verdi:

-     En azından kalbim hissettiği hiçbir kölelik düzenine, çarkına, dişlisine razı değil.

 -     Dikkat et, dedi gözlerine bakan biri, dünya üzerinde sosyal adaleti en çok dile getirenler her zaman sosyal adaleti en çok yok edenler olmuştur. Hümanizmden en çok söz edenler, insanlığa en büyük zulmü yaşatanlar olmuştur. Hayvan hakları, diyenlerin sofralarından et eksik olmaz. Eşitlikten en çok söz edenler, kendilerini herkesten üstün görerek, aşağılık gayelerini, süslü sözler arkasına gizleyip başkalarını aşağılayanlar, onların sahip oldukları değerleri yok etmeye çalışanlar olmuştur. Dikkat et, kim neden çok söz etmeye başlamışsa, o, onu yok etmeye niyetlenmiş veya onu çoktan kaybetmiş ya da ona hiç sahip olmamış birileri olmasın! Dikkat et, zekân seni aldatmasın. Dikkat et, herkesin hayran olduğu bilgilerin, bildiklerin seni saptırmasın. Dikkat et, kendine tuzaklar kurmayasın.

-     Ben, dedi Zümrüdüanka kendi yansımasına bakarak, evet, kendimin en acımasız yargıcı olduğumu biliyorum. Merhametli yanımı kendime hiç göstermediğimi de biliyorum. Hoşgörü, denilen şeyi kendime gösterirsem, korkuyorum, kendimi dinlemez olurum. Zihnimin bunun için çok dalavere çevirdiğini de biliyorum. Çünkü ben yıllar önce bana, büyük bilge Nerya’nın söylediği ‘Kuş, emsalinle uç.’sözünü gerçekleştirebilmek için hala birini arıyorum, var mı böyle biri?

Bir Zümrüdüanka Hikâyesi -13