Sabahleyin yatağından fırladı Osman. Eğer hızlı hareket etmezse okula geç kalacaktı. Belki vakitli uyumadığından uyanması da zor oluyordu.
- Oğlum ekmek alınacak.
- Tamam anne.
İki küçük kız kardeşi çoktan hazırlanmışlardı. Bazen onlara kızıyordu. Her gün her gün erkenden hazırlanıp annesinden aferini almak zorundalar mıydı? Karar verdi, Osman onlardan daha erken kalkacak, çabucak hazırlanıp annesinden aferini alacaktı. Kalktı da. Yatağını toplayıp, pijamalarını katlayıp kaldırdı. Annesi şaşırmıştı oğlunun on kez çağırılmadan kalkışına.
- Oooo, maşallah oğlum, aferin, her gün böyle kalk.
Bir gün, iki gün, üç gün, yeter artık daha fazla dayanamayacaktı.
Tam kalkılacak vakit, annesi ve kızlar seslendikçe sanki vücudu yatağa yayılıyor, yatakta eriyor, yatağın sıcaklığı yüzlerce kol haline gelerek Osman’ı kucaklıyordu. Yorganı da başına çekip annesine cevap verip, anında dalıyordu.
- Anne iki dakika daha.
- Oğlum kalk artık, ekmek yok.
Osman son cümledeki ses değişikliğini hemen fark etmişti. Eğer kalkıp hazırlanmazsa annesi kızacaktı artık. Tuvalete yarı uyur vaziyette gider bir süre de orada uyurdu.
- Osman çabuk.
Bu ses onu oturduğu yerden kaldırır, ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra ancak kendisine gelebilirdi.
- Hadi oğlum, iki tane ekmek al gel.
- Tamam anne.
- Geç kalacaksınız oğlum, çabuk.
- Iııhhhh
Osman’ın yetişkinlere duyduğu aşırı özenti uykusunu da etkiliyordu. Bütün ısrarlara rağmen geç yatabilmek için bahaneler bulurdu. O yattığında, kızlar uykunun en tatlı, en derin üçüncü vardiyasında oluyorlardı.
- Anne şunlardan birisi alsın ya, bunlar hazırlanmış, ben daha giyinmedim.
- Hayır, sen alacaksın, bu senin yapman gereken bir şey.
- Ama bütün gün çikolataya, sakıza gitmiyorlar mı sanki bakkala?
- Ben bakkala gidemezler demedim, ekmek almak senin işin dedim, diyerek konuyu kapattı.
Ne olurdu yani hazırlanıp oturup bekleyen, homurdanmalarını bıyık altından gülerek seyreden şu kızlar alsaydı ekmeği de azıcık daha uyusaydı.
Kızlar ikizdi, birbirlerini çok severler, çok iyi anlaşırlardı. Osman onları kıskanır, zaman zaman oyunlarını bozardı.
- Anne beni niye ikiz doğurmadın?
- Allah onları öyle, seni de böyle yaratmış oğlum, demek ki hayırlısı böyleymiş, der onun arkadaşı olmaya çalışırdı. Onunla özel konular konuşur, aralarında kalacağına dair sözler verilmiş sırlarını paylaşır, oğlunun kardeşlerini kıskanmamasını sağlamak için kendisinin onun arkadaşı olduğunu hissettirir, özel iltifatlar ederdi.
- Sen benim ilk göz ağrımsın oğlum, ilklerin yeri her zaman başkadır.
Bu iltifat kulağına fısıldanan Osman sesini bebekleştirerek şöyle demişti:
- Tabi, ben şenin ilk göş ağyınım, bunlayda ilk kayın ayın ye anne.
Annesi onun bu cevabına saatlerce gülmüştü, aklına geldikçe hala gülerdi. Demek ki kardeşlerin birbirlerini kıskanması doğal bir hadise, önemli olan elden geldiğince adalet göstererek kıskançlığın düşmanlık haline gelmesine izin vermemekti.
Ekmek parasını alıp çıktı Osman. Yeni bakkalın da uykusu ağır olmalıydı. Önceki bakkal müşterilerden önce gelirdi, burasını devralan yeni bakkal epeyce geç geliyordu. Ekmek dağıtan araba, kasaları bakkalın önüne bırakıp gidiyordu. Osman kapıya vardı, kasaya eğildi, bir buçuk kasa ekmek bitmiş, ekmeği alanlar kasanın içine parayı bırakıp gitmişlerdi. Kasada ekmeklerin yanında bir sürü para vardı. Osman iki ekmek aldı, elindeki paranın üstünün verilmesi gerekiyordu, parasının üstünü hesap ederek kasadaki bozukluklardan aldı. Döndü, eve geliyordu, bakkalla karşılaştılar. ikisi de birbirine gülümsedi.
- Ekmek aldım Erhan abi.
Tamam anlamında başını salladı.
- Parasını bıraktım.
- Tamam, dedi.
Osman isteseydi veya önce gelenler isteseydi paradan istedikleri kadarını ceplerine basabilir veya ekmeği alıp parasını vermeyebilirlerdi. Kahvaltılarını ederken, lokmalar arasında düşüncelerini annesine anlatıyordu. O her zaman, (yani elinde kitap yokken) Osman’ı da kızları da dikkatlice dinlerdi. Ona göre çocuklara nasıl ve ne gibi muamele edilirse onlar öyle olurlardı. “Çocuklarınıza asîl insan muamelesi yapın.” düsturunu öğrendiğinden beri, o zaman evli de değildi, çocukları da yoktu, insanlara öyle davranmayı prensip edinmeye çalışmıştı. Bu şekilde dinleyerek çocuklarına saygı gösterdiğini, konuşma adabını öğrettiğini düşünüyordu. Bugünse Osman anlattıkça;
- Şükür elhamdülillah, şükür elhamdülillah, deyip durmuştu.
- Anne, niye şükredip duruyorsun?
- Oğlum, elektrik kesildiği anda, marketlerin altını üstüne getirip, çalabileceği ne varsa çalan toplumlar yanında bir de bizim toplumumuza bak. Ceplerimiz onlar kadar dolu değil, onlar kadar zengin değiliz, ama yüreklerimiz, inancımızın bize kazandırdığı ahlaki yapımız onlarla kıyas bile edilemez. İnançlarımıza sahip olun, onları hayatınızı şekillendirecek şekilde yaşayın yavrularım. Bir toplumu ancak inançları ayakta tutar. Elhamdülillah ki biz hâlâ değerlerimizin epeycesini kaybetmedik.
Osman kardeşlerini ve kendisini okula götüren arabada, her zaman olduğu gibi önce kardeşlerini oturttu, sonra kendisi oturdu. Yanlarında anne ve babaları olmadığı zaman, onların görevini devralıyor, koruyor, kolluyordu. Zaman zaman teneffüs aralarında yanlarına uğrar, kontrol ederdi. Evde üçü birlikte kaldıkları zaman da sorumluluğunun farkında olan bir yetişkin gibi onlarla ilgilenir, derslerine yardım eder, kıyafetleri inceyse üzerlerine hırka getirir, giydirirdi, çünkü; annesi öyle yapıyordu. Annesi Osman’ın sorumluluk bilincine ulaşmasından çok mutlu olurdu. Bunu Osman’a hissettirdiğinde Osman’ın keyfine diyecek olmazdı.
O gün arabada, annesinin aydınlanan yüzünü hayal ederek gitti. Geçtikleri yolları görmemişti bile.
Zilin çalmasına az bir süre vardı. Omzuna bir el dokundu, arkasındaki, sıra arkadaşı Yusuf’tu.
- Merhaba Yusuf, dedi.
- Merhaba.
Elinde güzel bir kalem vardı, serin sonbahar gününün sisli güneş ışığında bile ışıl ışıl parlıyordu.
- Kalem buldum, dedi Yusuf
- Eeee
- Hadi götürüp ya bir hocaya verelim ya da kayıp dolabına koyalım. Kaybeden çok üzülmüştür herhalde.
- Şükür elhamdülillah
Osman bir an annesini taklit ettiğini düşündü. Sonra, olsun annem gibi söylememin ne sakıncası var, dedi içinden.
- Ne dedin?
- Hiçbir şey, hadi götürelim kalemi, dedi, gülümseyerek yürüdü.