İslami Hayat Dergisi Yıl:2012 Sayı:10
İslamî Hayat: Ayten Hanım, hem eğitimci hem de annesiniz. Üstelik şair duyarlılığına da sahip bir annesiniz. Sizce evlat sahibi olmak nasıl bir duygu? Evlat yetiştirirken bir kul olarak, bir insan olarak neler tecrübe ediyor, neler öğreniyoruz?
Bismillahirrahmanirrahim. Âlemlerin Rabbi olan Rabbimize sonsuz kere hamd ü sena, onun tüm elçilerine ve Efendimiz(sav)e sayılar adedince salât ü selam olsun. Bizler hayata bakış açısında, hayat yolunu yürüyüşünde belli ölçüler bulunan insanlarız. Elbette tüm hayatımıza olduğu gibi, hayatımızın en önemli bölümü olan evliliğimize ve evlatlarımıza bakış açımızı da Kitabımız belirler. Evlat sahibi olmak her insan için fıtri bir istektir.
İnsan kendisinden dünyaya gelen çocukta, kendisinin nasıl oluştuğunu, büyüdüğünü, geliştiğini bir kez daha gözleyebilir. Mesela insanlar kendi anne-babalarının kıymetini en çok kendi çocukları dünyaya geldiğinde ve onların bakıma en çok muhtaç oldukları yıllarda bilir. Neden? Çünkü anlar ki anne-babası da kendisi için yıllarca, kendisinin yaptığı fedakârlıkların benzerlerini onun için yapmışlardır. Yani uykusuz kalmış, yorulmuş, altını temizlemiş, burnunu silmiş, yıkamış, yemeğini yedirmiş, her şekilde gözetmişlerdir. Anlar ki anne-babası da tıpkı kendisi gibi yıllarca kendilerini evlatlarına vakfetmişlerdir. Bunları her insan anne-baba olunca daha iyi anlıyor.
Ben kendi çocuklarımda ‘yaratılış mucizesine’ bir kez daha şahit oldum. Mesela bekâr ya da yeni evli bir insana, ‘Senden dünyaya gelebilecek bir çocuk resmi çiz.’desek çizemez. Kudret eli o kadar muhteşem ki ilk insandan beri insan olarak milyarlarca tasarımına kullarını vesile ederek yaratmıştır. Buradan hareketle de insan kendisinin ‘YOK’ olduğu dönem üzerinde düşünüyor ve yaratılışın ne muhteşem bir şey olduğunu ve kendi yaratılışının/varlığının kendine en büyük lütuf ve ikram olduğunu anlıyor.
İslamî Hayat: Çocuk sahibi olmak bir Müslüman’ın hayatında nerede durmalı? Çocuk sahibi olmanın sorumluluğundan kaçınmak çözüm olabilir mi? Çocuk yetiştirmenin manevi kazançları nelerdir?
Bizim dünyamızda, evliliğin önemli gayelerinden birisi de ‘hayırlı evlat’ yetiştirmektir. Toplumsal düzen, nefsin haramlardan korunması, neslin korunması, değerlerin korunması ve aktarımı da ancak aile kurumu ile mümkündür. Çünkü bize göre ‘neslin varlığı ve korunması’, bir hizmetkâr kurumlar bütünü olan devlet mekanizmasının bile varlık sebebinden birisidir. (Diğerleri; mal, can, din ve namusun korunmasıdır.) Biz neslimize kapanmaması muhtemel bir (sadaka-i cariye) en hayırlı ve sevabı kesilmeyen amelimiz olarak bakarız. Bu sebeple onlar için fedakârlık ve cefakârlıkta neredeyse –fıtratın da sevk-i tabiisiyle- sınır tanımayız.
Çocuk yetiştirmenin diğer manevi ve bence gerçekten de çok önemli kazancına gelince: İnsan, Âlemlerin Rabbinin ‘Vedud’ sıfatının kendisinde olan tecellisi sebebiyle ‘hem sevmek hem de sevdikleri tarafından sevilmek’ ister. İnsan bu vasfın tecellisini tıpkı ‘Rahman, Rahim’ sıfatlarının tecellisi gibi en yoğun şekilde kendisinden dünyaya gelen evlatlarına karşı yaşar. Onları sever ve bu sevgi uzun yıllar boyunca, neredeyse gönüllü ve hoşnut olunan bir kölelik haline gelir. İşte bana göre her insanın çocuklarıyla yaşadığı sürecin en önemli sonucu ‘Vedud’ sıfatının somutlaşmış tecellisini yaşamaktır.
İslamî Hayat: Halk irfanında “evlat doğurursun ama gönlünü doğuramazsın“ diye bir söz vardır. Çocuklarımız her zaman bizim istediğimizi istemiyor, bizim düşündüğümüz gibi düşünmüyor. Onları hem İslami bir bilinçle ve terbiye ile yetiştirmek, hem de bunu onların kişiliklerine saygı duyarak yapmak için nasıl bir yöntem uygulamalı? Bir eğitimci olarak öncelikli tavsiyeleriniz nelerdir?
Bu sahada araştıran, okuyan, yazan bir insan olarak bunu ben de yıllardır düşünüyorum. Mesela, ‘Korkmayın, armut dibine düşer. Siz iyi insanlar olma çabanızı bırakmayın, onlar da er geç sizin yolunuzun yolcusu olacaklardır. Bakın Hz. Meryem, Hz. İsa, Hz. Yahya, Hz. Yusuf, Hz. Lut Peygamberin kızları, Hz. Şuayb Peygamberin kızları bunun örneğidir.’derken; öyle olaylarla karşılaşıyoruz ki: ‘Mum dibine ışık vermez. İşte Hz. Nuh Peygamberin oğlu…’diyebiliyoruz.
Ben, Rabbimizin buyurduğu gibi ‘evlatların’ her insan için bir sınanma hususu olduğunu görüyorum. Bu süreci doğru geçirmek için ‘evlatları hayatın gayesi ve kıblesi kılmadan, aralarında ayrımcılık yapmadan, sevgi-ilgi-infak hususunda dengesizleşmeden, onların ayrı, yeni ve başka bir insan olduğunu kabul ederek ve muhakkak inanç/İslamî bilgileri ve terbiyeyi vaktinde en doğru ve sağlam şekilde öğrenmesini sağlamaya çalışarak’ anne-babalık görevi yapılmaya çalışılmalıdır. Hatalar olmayacak mı? Elbette olabilecek. Ancak o zaman da hata eden insanın ne yapması gerekirse onu yapmak gereklidir. Sonuç itibariyle nasıl yaşamak isteyeceği –hoşumuza gitsin gitmesin- onun iradesine kalmış bir şey. Ancak ben, ‘sevgi, hoşgörü, şefkat’ üçlüsünü kuşatmış doğru bir ‘saygı’yı zaruri görüyorum. Çocuğunuz, siz olmayacaktır, olmamalıdır da. O kendisi olacaktır. Bu süreçteki arayışlarına, dalgalanmalarına, savrulmalarına saygı ve tabi sabır gösterilmelidir. Bu dönemler zor geçen dönemlerdir. Zaten belli yaşlardan sonra anne-babanın elinden fazla bir şey gelmez. Eğer baştan itibaren güçlü ve şartsız bir sevgiyle kuşatmışsa çocukları onlardan kopmazlar. Anne-baba, çocuklar büyüdükçe artık yalnızca –olabilirlerse- dost ve arkadaş olmak için çabalamaları gerektiğini bilmeli ve bunun için uğraşmalıdırlar.
İslamî Hayat: Çağımızda çocuk ve gençlere baskı yapmayın, yasakçı davranmayın, şeklinde telkinler var. Öte yandan nefse hoş gelen ama çocuklarımıza zarar verecek veya ömürlerini heba edecek birçok tuzaklar da var. Onları kötülüklerden ve yanlış tercihlerden korurken nasıl bir yöntem takip etmeliyiz?
‘Doğru-yanlış, helal-haram, faydalı-zararlı, güzel-çirkin’, her çocuğa anne-babaya ilaveten başka uygun kişiler tarafından da en açık şekilde öğretilmelidir. Çünkü bir dönemden sonra çocuklara –çok bilgili ve üstün nitelikli kimseler olsalar bile- anne ve baba yetmeyecektir. Çocuğa iyi ve yaşıt çevre edinmesinde yardımcı olunmalıdır. ‘Yasakçı’ kelimesi kulağa hoş gelmese de sebebi izah edilerek anne-babayı bağlayan yasakların aynısının çocuklar için de geçerli olduğu anlatılmalıdır. Bunların sahibinin insanı yaratan insanın sahibi olan Allah olduğu öğretilmelidir. Anlamsız, gayesiz yasaklardan da uzak durulmalıdır. Özgürlüğün sınırı helâl dairesi olmalı ve çocuğa istediklerini helâl yol ve yöntemlerle yapmasının yolları gösterilmelidir. Ör: Nerelerde yemek yiyebilir, neden? Hangi filmleri izleyebilir? Neden? Kimleri evine davet edebilir? Neden? Kimlerin davetine icabet edebilir? Neden? Hangi kitapları öncelikle okumalıdır? Neden? Bunlara ‘olumlu’ cevap verilince/bulununca, ayrıca olumsuzlukları, uygunsuzları saymaya gerek olmaz. Çünkü ‘Hak gelince batıl elbette yok olacaktır.’ Çünkü batıl zaten yok olmaya mahkûmdur. Bu insan hayatında da böyledir.
İslamî Hayat: Ayten hanım, sizin aile saadeti konusunda da, Eşiniz Sizden Ne İster? ve benzeri kitaplarınız var. Aile huzurunun çocuk yetiştirmeye katkısı konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Evlilikte saadeti oluşturan en önemli husus, evlenen kişilerin huzurlu ailelerde yetişmiş olmasıdır. Huzurlu ortamlarda yetişen çocukların kurdukları aileler –çok önemli ve ciddi bir sorun olmadıkça- daha huzurlu ve uzun ömürlü oluyor. Bu sebeple anne-babalar, çocuklarını huzur ve sevgi dolu bir ortamda yetiştirmekle, onun gelecekteki evliliğine de katkıda bulunacaklardır. Ufak tefek sorunlar olabilir. Boşanma ilk çıkış yolu olarak görülmemelidir. Hz. Nuh, Hz. Lut, Hz Asiye as.ların evlilikleri üzerinde düşünülmelidir. Çocuklar açısından boşanmış aile bir yıkımdır. Bazı eşlerin ayrılığı belki birlikteliklerinden daha hayırlı olabilir ancak bu durum istisnadır. Evliliğin de bir sınanma hususu olduğu, insanın nihai gayesi olmadığı unutulmamalıdır. Yani ‘can yoldaşı, hayat arkadaşı, eş’ kavramları çerçevesindeki bir beraberliktir. Mümkünse ölümden ötesinde de devamı istenir.
Ben yazdığım her kitabımda ‘İyi bir nesil yetiştirmek için ne yapılabilir?’sorusuyla işe başladım ve hep aynı noktaya döndüm: Aileye. Bu nokta beni: ‘İyi, mutlu, huzurlu ailelerin oluşumu için neler yapılabilir?’noktasına getirdi. Buradan da ‘Allah’ın ölçüleri çerçevesinde bir hayatı gaye edinmiş, iyi yetiş(tiril)miş kişilerden oluş(turul)an evlilikler gereklidir.’noktasına geldim. Yani bir tür yumurta-tavuk ilişkisi
Nereden başlamalı?
Her birimiz demeliyiz ki: ‘Benden başlamalı.’ Çünkü sorumluluk almayanların, yalnızca sorunu teşhis ve tespitleri fazla işe yaramıyor, bunu düşünen herkes elbette yapabilir. Ben kitaplarımla ‘Biz bunu nasıl yapabiliriz?’ ve tıkandığımız yerlerde: ‘Bunun çözümü nedir?’sorularına cevap vermeye çalıştım. Okurlarım beni anladı çünkü ben onları anlıyordum.
Biz biliyoruz ki şeytan ve onun insan taraftarları vardır.
Biz biliyoruz ki zâlim ve mazlum vardır.
Biz biliyoruz ki müminler ve kâfirler vardır.
Tüm bunlar oldukça bir ‘hak-batıl’ mücadelesi hep olacaktır.
İşte tüm mesele bu mücadelenin unutulmaması…
İşte tüm mesele, kişinin bu iki saftan hangisinde yer aldığı
İnsan, tüm bunları unutmadığı sürece ‘anlamsızlık’ batağına saplanmaz.
Ancak insan ne zaman bunları unutursa başlar her şeyden şikâyete…
Çünkü Allah’a yakınlığı azalanın, şikâyeti artar.
Hayat içinde elbette şikâyetçi olduğumuz ve karşısında çaresiz kaldığımız hususlar vardır, olacaktır da. Ancak kendimize sormalı değil miyiz;
‘Allah, bunları bilmiyor mu, görmüyor mu? O, Âdil bir Kadir-i Mutlak, Kahhar bir Muntakim değil mi? Burası adalet yurdu mu?’
İslamî Hayat: Biz sizin çok güzel şiirleriniz olduğunu da biliyoruz. Şiir yazmaya ne zaman başladınız? Müslüman bir hanımefendi olarak sanata bakışınız nedir?
Tam olarak hatırlamıyorum ama galiba ortaokul öğrencisiyken yazma denemeleri yapmaya başladım. Hep devam etti. Şimdi de bazen yüreğim daralıyor, yüreğim kabarıyor, duygulanıyorum, seviniyorum, üzülüyorum, öfkeleniyorum, bazen bir şeyle ilgili birkaç kelime yazmazsam kendi içime sığamayacakmışım gibi geliyor. İşte o anda ‘yatakta, uçakta, otobüste, dolmuşta, yürürken, derste…’ her nerede olursam olayım, kalemimi ve not defterimi hemen elime alıyorum. Eğer yazmazsam sanki yazmadıklarım, gönlümde ve beynimde birikip dağ oluyor. Yani haddim olmayarak bazen kendimi Yunus Emre’nin ‘Behey Yunus sana ‘söyleme’ derler/ Ya ben öleyim mi söylemeyince.’beytindeki gibi hissediyorum. İşte ben özellikle şiiri böyle yazıyorum. Yani yapabildiğim en iyi şey ‘yazmak ve biraz da konuşmak’ olduğu için ben de bu ikisini, daha yirmi iki yaşındayken davama adayacağıma dair Rabbimle ahitleştim. O dönemde ‘Rabbim! Sana iyi bir kul olmak için neyim var ki ben onu –Hanne’nin karnındaki Meryem’i adak kılması gibi- sana adayayım?’dediğimde; içimden cevap yükseldi: ‘Kalemimle, lisanımla kendimi’ İşte şimdi kendi çapımda yaptıklarım, hala o ahitleşmeye sadakat içindir. Evet, her şey insan için, insan ne için? Demeliydik ki: ‘Varlığım, yoluna armağan olsun.’
Bir Müslüman olarak sanata bakışıma gelince… ‘Sani (sanatkâr)’ olanın bir kulu olarak çok önemli görürüm. Ancak insan için, insan eserinin amaçlaşmasını doğru bulmam. Sanat da her şey gibi yolculuk süremiz içerisinde ‘onunla ne yapacağımıza bakılmak için’ insanlık olarak bize tevdi edilmiş bir emanettir. Kimi ona sadakat gösterir kimi ihanet eder. Bizim toplumumuzda ikisi de var. Herkes elbette her yaptığından sorgulanacaktır. Sanatçı da bu sorgulamalardan azade değildir. Müslümanların sanatın uygun her dalını meşru çerçeve içinde İslam’ın/insanlığın hizmetinde kullanmaları güzel olur ve gereklidir.
Yoktan yaratan bir Allah’a inandığını söyleyen bir Müslüman sanatkârın ise ürettiği ne varsa bunları herkesten önce Sani olan Rabbına arz ederek:
‘Rabbim eserimi nasıl buldun?’sorusunu sorması gerekir.
Kendisini, bu soruyu soracak kadar sorumlu gören her Müslüman, Kelim olan Rabbinden gereken doğru cevabı alacaktır. Özellikle ‘Kaleme ve yazdıklarına’ yemin edilen bir kitabın müntesiplerinin, ‘kalemi’ ve kalemin sağladığı imkânları iyi kullanmaları gerekir diye düşünüyorum.