Genç Birikim (11.04.2010)

AYTEN DURMUŞ / ÇOCUKLARDA ERGENLİK DÖNEMİ

2009–2010 dönemi konferans/panel programlarımızdan biri daha Ankara’da Dergimiz Konferans Salonunda 11 Nisan 2010 Pazar günü gerçekleştirildi.

Konferansımızın konusu “Çocuklarda Ergenlik Dönemi”, konuşmacımız ise Eğitimci-Yazar Ayten DURMUŞ idi. Sadece bayanlara özel olan konferansta konuşmacımız her anne-babanın ilgi duyacağı konulara değindi. Konferansın özetini, okuyucularımızın da istifadesini teminen aşağıda veriyoruz:

 

“Paylaşacağımız konu ergenlik dönemi. Ergenlik dönemi sadece çocuklara has bir dönem değildir. Yaş olarak ergenlik döneminin belli bir dönemi olmakla birlikte ergenlikten çıkamayan yüzlerce kadın yüzlerce erkek bugün toplumumuzun her kademesinde sosyal hayatımızın üzerinde etkili olmaktadırlar. “Benim 17 yaşında bir oğlum var ama benim kırk yaşındaki kocamda da var.” Demek ki sizin koca da daha ergenlikten çıkamamış. Ya da işte günah keçisi kılmayalım kimseyi; işte benim çocuklarla başım dertteydi ama o özelliklerden bir kısmı daha bende duruyor. Ya da en azından üçü beşi duruyor.

Önemli bir dönem olduğu için müstakil olarak elbette üzerinde durmayı defalar kere hakediyor. şimdi her birimiz insanın hayatını belli nitelikler açısından bir tasnif ile hareket edelim. Daha sonra ergenlik dönemini belirleyelim, ardından ülkemizin genel yapısına işaret edelim. Yani çocuklarımız hangi ortamlarda nasıl büyümekteler.

Âlemlerin Rabbi dileseydi her insanı yerden ot bitirir gibi bitirirdi; buna hiç kimsenin yani bizim engel olacak gücümüz kuvvetimiz de olmazdı. Ama insanı yaratırken yerden bitirmeyip bir anne ve babanın vücudundaki bazı hallere bazı olaylara bazı değişimlere üremelere olmuş ise bu şunun ispatı olur bu çocuk doğru dengeli düzgün bir şekilde ancak bir anne ve baba elinde büyüyebilir.  Burada şöyle bir soru aklımıza gelebilir. Efendimizin (sav) anne babası mı vardı? Onun yanında onun yerini dolduran kimseler vardı. Ya da tarih içersinde mesela Hz. İsa (as)’ın babası mı vardı denilebilir. Yani onların özel olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Öyleyse özel yardımlar aldığını mesela İsa Peygamberin, elbette kabul ediyoruz. Bununla ilgili açık ayet var: “biz onu kutsal bir ruhla destekledik.” diyor ayet-i kerime. Bizim çocuklar kutsal bir ruh ile desteklenmediğine göre çocuklarla ilgili her hususta anne ve babanın ortak bilgilenmesi gerekiyor. Ergen çocuklar da vücudunda neler olacak, ruh yapısında neler olacak, bazı zapt olunamaz ya da teskinlenemez davranışları neden yapar, bu çocuklar yaşları ilerlediği zaman, bunu bildikleri zaman (işte yedi sekiz yüz yıllık bir söz) yani çocuk da kendini bilirse haddini bilecek, Rabbini de bilecek. Çocuk kendini bilmez ise o güne kadar ölesiye sevdiği annesinin karşısında hiç umulmayan bir davranış gösterecek, anne şaşıracak. Yani çocuk ona verdiği edeb ile terbiye ile hiç de uyum sağlamayan tavır ve davranışlar gösterebilecek ya da bazen çocuk bunu gizli saklı yapacak ya da dışarıda birilerine yapacak. Anne şaşıracak; hayırdır inşallah ya da baba şaşıracak.  “Biz seni böyle mi büyüttük?” Anne/baba tavsiye edeceğimiz, önereceğimiz doğru tavır ve davranışları gösterebilir. Yoksa mesela bir baba kendisini öfkelendiren oğluna bu yaştan sonra bana akıl mı öğreteceksin diye beşkardeşin suratında beş tane izini çıkarabilir. Bu olmalı mı? Tabii ki olmamalı. Yıllar geçer, insanların üzüldüğü, kırıldığı, gücendiği davranışlar unutulmaz.

Şimdi ülkemizin birkaç hususu ile ilgili durumu hakkında kısa bir bilgi verelim.  Son 5 yılda bizim ülkemizde 744.000 boşanma davası açılmıştır. Bu, yalnız kadınlar, yalnız erkekler, annesiz ya da babasız bazen ikisini kaybeden çocuklar demektir. Son 30 yılda yani 12 Eylül darbesinden beri ülkemizde 40.000 kişi intihar ederek hayatına son vermiştir. Bunun önemli bir miktarı da hani bugün üzerinde duracağımız ergenlik devresidir. Seneye vurduğumuz zaman bu intihar oranı 1.600 küsür tutuyor.  şu anda da yani 2010 yılı itibari ile bir günde 360 çift boşanıyor. Her gün 360 çiftin boşandığını 360 kadının dul kaldığını, çocuklarının annesiz ya da babasız kaldığını düşünelim. Bunlardan ne kadarının kimsesiz çocuklar yurduna gidip telef olduğunu, ne kadarının uygunsuz ortamlar nedeniyle ailelerini terk ederek sokaklara düştüğünü, fuhuş ya da organ mafyasının eline düştüğünü düşünelim.

Yine bu son birkaç  yıl içersinde yapılan istatistiğe göre Türkiye’deki kadınların %34 ü şiddet gören kadınlar. Her üç kadından biri bekârken, babasından, amcasından, dedesinden, abisinden, annesinden, okula gittiğinde hocalarından, evlendiğinde ise kocasından şiddet görüyor. Konfiçyüs’ün güzel bir sözü var: ‘insan ne yerse olur’ diyor. Yani fıtratımız yiyeceklerimize göre şekillenir. Mesela hep ot yiyen insanlar yani Budistler sakin, sessiz, tartışmayı sevmeyen insanlardır. Ama hiç ot yemeden et yiyen insanlar da saldırgan kavgacı ve tabi güçlü insanlardır, cesur insanlardır. Peki, doğrusu nedir? İkisinin dengede olması, yani ne Budist gibi uyuz olmak ne de herkesin sanki o insanın düşmanı gibi saldırgan olmak gerekir.  Kadın şiddet gördüğünde kocasını dövemeyeceğine göre bu kadın doğurduğu çocuğu dövmeyi kendisine hak olarak görecektir. Mesela çocuğu ayağında sallıyor, çocuk uyumuyor, uyumayacak. Belki karnı aç, dili yok söyleyemiyor ama anne sakınca görmüyor onu pataklamaktan, yüzüne kıyamasa bu sefer çocuğu çeviriyor poposuna vurmaya başlıyor. Âlemlerin Rabbi siz böyle yapın diye vermişti çocuğu öyle mi? Öyle değil öyle yapın diye vermedi size. Arattırmadan vermiş ise eğer size milyarlarca lira sarfetmeden evlat vermişse, eğer bir değil birden fazla evlat vermişse, eğer mesela torunlarınıza evlatlarınıza kardeş sevgisini, kız kardeş, erkek kardeş torunlarınıza amca, dayı, hala sevgisini tattıracak ise bunun karşılığında şükredilmelidir. Pataklama, dayaklama, uyumuyor diye dövme, uyanmıyor diye dövme, gece yatmıyor diye dövme, bunlar Âlemlerin Rabbinin öfkesini çeken hususlardır.

Daha önce farklı  topluluklara çok sordum size de soruyorum. Çok böyle şikâyet eden bir topluluğa Konya’da Fen Lisesinin velilerine dedim ki derdiniz çok, sıkıntınız çok biliyorum. Ne dersiniz dedim,  Allah bu dertlerinizin hepsini toptan alsın mı? Verdiği evlatları çekip alsın, razı mısınız? Hepsinin birden cevabı yoo, Allah korusun, Allah esirgesin oldu. Gülün fıtratı budur yanında diken de gelir. Gülü isteyip dikenden şikayet etmek akıllılık işi değildir. Dolayısıyla Rabbimizin verdiği her nimetin yanında külfeti olacağını baştan bilirsek, çocuk iken uykusuz geceler, biraz daha büyüdüğünde farklı sıkıntılar, ergenleşince bağ kütüğü gibi kök söktürecek sıkıntılar… Sökeceksiniz başka çareniz yok. Ama bunu kolaylaştırmanın yolu vardır. Yani ne yaparsak birbirimize zarar vermeden bu devreyi kolay geçiririz, onun üzerinde duracağız. Türkiye’de çocuklar üzerinde ergen yaşta yapılan bir istatistikte çocukların %46 sı şiddet görerek büyüyor. Yani bunu biraz daha yuvarlayalım, her iki çocuktan biri dayak yiyor bizim toplumumuzda. Bunun kız ve erkek oranı da şöyle: bu şiddet gören çocukların %72 si kız geriye kalanı erkek. Bizim toplumumuzda erkek çocuklar soyadı devam ettirecek ya. Fransa’dan devraldık biz bu soyadı meselesini, yoksa Hz. Fatıma annemizin soyadı Muhammed’in (sav) kızıydı: Binti Muhammed ve değişmedi, hiç kocası da karşı olmadı.

Kadınların üçünden birinin, tüm çocuklarımızın her dördünden üçünün dayak yediği bir toplumda şiddete meyyal bir toplum ortaya çıkıyor. Kavgacı, insanları kolay kıran, kolay yıpratan, bu şekilde yetişmiş çocukların bir de evlendiğini, aile kurduğunu düşünün. Ortaya ne çıkıyor, birbiri ile geçinemeyen insanlar. İnsanların ne zaman boşanmaya başladığı ile ilgili aynı istatistiğin verilerine devam ettiğimiz zaman, çok önemli bir miktarında ilk bir yılda boşanma kararının alındığını görüyoruz. Neden? Çünkü bu kadar şiddete meyyal bir toplumda bir araya gelince gençler, ikisi de birbirine çok kolay bir şekilde zarar verebiliyor, hırpalayabiliyor, kırabiliyor. Halbuki insan Âlemlerin Rabbinin en büyük sanat eseridir. Rabbimizin isimlerinden bir tanesi de “Sani”dir; sanat eseri sahibi, sanat eserleri ortaya koyar. Ay nasıl bir sanat eseri ise güneş nasıl bir sanat eseri ise sizler de Rabbimin aynı şekilde sanat eserisiniz. Dolayısı ile bu sanat eserinin kıymetini bilmeyen, kadrini bilmeyen, zulmeden ister anne olsun, ister baba olsun, ister koca olsun, yani her kim olursa olsun sanat eserinin sahibine saygı göstermemiş olur.

Ruhlar âleminin nasıl olduğu ile ilgili iki belirgin görüş var: bunlardan bir tanesi ruhlar tamamen insanlık yaratılmadan yaratıldı; ruhlar ayrı bir yerdeydi ve orada “Kâlu bela” dediğimiz “elest bezmi” dediğimiz yerde yaşadı. ıkinci görüş ise böyle bir söz alındı. Bu söz, her insanın anne rahminde oluştuğu anda ondan alındı yani her insanın kişisel olarak “bezmi elesti” vardır. Ortalama olarak dokuz ay on gün:  ikinci devre, çocuk dünyaya geldi ya da biz buna üçüncü devre de diyebiliriz. 0-3 yaş arası her birimiz bol kelime öğreniriz.  O yüzden dilin öğrenildiği devredir. Çocuk mesela kendi çocuklarınızı da hatırlayın ya da olabildiği kadar etrafımızdaki çocuklardan bakın bir kelime öğrenir; artık her şeyi sorar: bu ne demektir. Kelime öğretildiği çocukların kelime öğrendiği dönemde etrafında birinci dereceden bir yakınının bulunması ve onun tüm sorularına cevap vermesi, bu çocuğun zekâ yaşını yükseltir. Daha zeki çocuklara baktığınız zaman birinci dereceden bir yakını elinde ve tüm soruları cevaplanmış olarak büyüdüğünü görürüsünüz. Bazen çocukla anne ilgilenmez; cevap vermez; işte, git, yat, uyu; git televizyon seyret; otur; al içerde şu oyuncaklarla oyna; Onlardan zeki çocuk olmaz. Bu sahada tabiblerden yardım alalım. Çocuklardan 0-2 yaş arasında, beyindeki zeka ile alakalı hücreler sayıca bölünüp artmaya devam ediyor; sorularına ne kadar çok cevap verilirse. Beyin ona göre kendisinde yer açıyor; bu hücreler o kadar çok sayıca artıyor. ıki yaştan sonra sayıda artış yok. Hacimce büyüme var. Bu sebeble 0-2 yaşına kadar çocuklar her ne derse; mesela anne karnında anne adaylarının konuşması, sözler söylemesi, okşaması, sevmesi, hatta güzel müzikler dinletmesi, dinlemesi yine aynı şekilde doğduktan sonra da ona kitaplar okuması… Daha küçük bir şey anlayamıyor. Bu şekildeki çocuklar 2 yaşında neredeyse bütün kelimelerin telaffuzunu öğrenirler. 4 yaşında bir çocuk 3 kelimeli bir cümleyi kurabilir. Ancak bu şekilde yetişen çocuklar 3 kelimeli değil bir sürü kelimelerle mesela size masal anlatabilirler. Hatta merak edenler mesela şu anda Milli Eğitim’in de ilgili bölümlerinde var zekâ testi. Okul öncesi çocuklarda yapılan, bu şekilde yetiştirilen çocuklara 4 ya da 6 yaşında bir test uyguladığınız zaman en az iki yaş yaşıtlarının üstünde zeka seviyesi ortaya çıkar. İleride bu çocuklar daha başarılı insanlar olur Allahın izni ile kendilerini harcamadıkları ya da anne ve babaları harcamadığı sürece.

4-11 yaş arasında çocuklar aşağı yukarı her hususta yoğun öğrenme devresine devam eder, ancak  bu dönemde bir diğer husus çocuğun kişiliğinin alt yapısı oluşur. Çocuk cimri mi olacak, korkak mı olacak, cömert mi olacak, gani gönüllü mü olacak, insanlarla ya da arkadaşlarıyla bir şey paylaşabilecek mi? Bunun alt yapısı atılır; mesela anne der ki bak çabuk yemeğini ye yoksa ayşe gelip yemeğini yiyecek; ya da çabuk ye yoksa şimdi Ahmet gelir şimdi her şeyini yer. Bu çocuk ilerde kıskanç bir çocuk olmaya şu anda adaydır. İlerleyen yıllarda herkesi kıskanarak herkese zulmedebilir. Ya da mesela çocuğun ortada oyuncakları var, misafir gelecek, anne diyor ki: çabuk oyuncaklarını topla, bak hasan amcangil gelecek, onun oğlu tüm oyuncaklarını kırar. Bu çocuk, cimri bir çocuk olmaya adaydır. Ya da çabuk uyu, öcüler gelir seni alır; çabuk uyu yoksa polis gelir, seni veririm. Bu çocuktan uzun yıllar korkak bir insan olmak zorunda kalır. şunu söylemek istiyorum: biz eğer yanlışlar yapmasak, yaptığımız yanlışları yapmasak çocuklar daha iyi yetişebilecekler.

12-21 yaş arası  devresi bugün bizim üzerinde duracağımız ergenlik dönemi ayrıntıları  ile duracağımız için geçiyoruz. 21 den sonra 22-40 arası  olgunluk dönemi. 41-63 yaş arası Efendimizin vefat yaşıdır, bu bilgelik dönemi. Bazı insanları görürürsünüz 40 ile 63 yaş arasında ama bilgelik göremezsiniz. Niye? Alt yapı yoktur da ondan; öğrenciliği terk etmiştir de ondan. Okumayı terk etmiştir ondan, bilgilenmenin yollarını terk etmiştir ondan. Sadece tecrübe de bir kişiyi bilge kılmaya yetmez. Bunun başka şeylerle de beslenmesi gerekir. 63 den sonra da artık yorgunluk devresi gelir. Kimisi o dönemde tecrübelerinden faydalanılacak yüksek bilgiye sahip kimseler haline gelirler.

Bir insanın, bir kadının, bir erkeğin,  kız veya erkek bir çocuğun hayatının 4 bölümü  vardır:

1-Tamamen kendi içinde yaşadığı kişisel hayatı.

2- Birinci dereceki yakınları  ile yaşadığı ailevi hayatı.

3-Mesleki hayatı. Yani gününü yoğun bir şekilde nerde dolduruyorsa. Ev işleri mi dışarıdaki iş mi ya da başka bir mesleği var onunla mı uğraşıyor? Ergen için bu nedir? Genellikle öğrenciliktir. Öğrenci olmayan ergenlerimiz de olduğu için onları da ifade ediyoruz. Yani çocukların çoğu için hayatın bu bölümünde öğrencilik vardır ya da bir yerde çırak bir yerde çalışıyordur bir meslek sahibidir.

4-Bir diğer dönemi de toplumsal hayat dediğimiz, artık toplum ile haşır neşir oldukları  bir devre. Ergenlik döneminde öğrencilerin çoğu vakti doğaldır ki daha çok okulda geçiyor. Dolayısıyla anne babanın çocuğa yapacağı etki ve yönlendirmesi biraz daha zayıflamaya başlamıştır.

Şimdi sırasıyla ve mümkün olan en özet şekliyle bu dönemde yani 12-21 yaş arası dönemde biz nelerle karşılaşırız. Hem 12 yaşta karşılaşacağımız şeyleri hem de 20-21 yaş arasında karşılaşacağımız şeyleri aktarmaya çalışacağız.

Çocuğunuz 10 yaşından önce sorduğu gibi 10 yaşından sonra da felsefenin bütün sorularını size, babasına ve büyüklerine yöneltir: ben nasıl oldum, bu dünya nasıl oldu, ne kadar yaşayacağız, niye öleceğiz, öldükten sonra ne olacak, nereye gideceğiz, Allah nerede, mesela bir ezan duysa bu Allah’ın sesi mi,  Allah’ın sesi de böyle mi çıkar, büyük bir yapı görür, Allah bu kadar mı gibi. Yani 10 yaşından öncesinde, 10 yaşından sonrasında, çocuk eğitim noktasında ve sosyal anlamda da okul çevresi ile de olgunlaştıkça soru sormanın nitelikleri, sorduğu sorunun cümlesi biraz daha değişir. Mesela 16-17 yaşına geldiği zaman şunu sorabilir gerçekten Allah var mı? Yani bu artık 10 yaşındaki 11 yaşındaki çocuğun Allah nerde cümlesinden çok farklıdır. Ya da kendisi ile alakalı olarak size öfkelendiği zaman dünyaya getirmenizi ben mi istedim der. Bu ne demek; çocuk kendisini neyin yaptığı hususunda net bir görüşe sahip değil. Yani kendisini anne ve babasının yumurta ve spermi mi oluşturdu; yoksa bir Allah varda ol dedi de oluş sürecine mi girdi?

Elbette bu noktada çocuk bu karmaşayı yaşayacaktır. Yaradılış ile alakalı olarak tabi ki Allah'ı sorgulayan çocuğumuz mesela biz onların Kur’an’ı Kerim’i okuyup öğrenmelerine çalıştık ya da her biriniz hepiniz çalışıyorsunuz en azından bu topluluk için bunu söyleyebiliriz, Arapçasından bilmek ihtimali olmadığına göre çocuğun eline bir meal verecek ailesi ya da kendisi okuyacaktır. O da Kur’an’ı Kerim’den herhangi bir yetişkinin anladığı bir şeyi elbette anlamayacaktır.  Herhangi bir insan ilk Kur’an’ı Kerim okuduğumuzda gördüğümüz şey nedir? Bunu ben sordum bir sürü kimseye; dediler ki bazı önemli insanların hayatları var: Davut, Musa, Süleyman vs. Çünkü çocuğun net bir görüşü yoktur bu hususta. Peki bir insan 30 yaşına geldiğinde hala Kuran’da bunları mı görüyor? Musa Peygamberi görüyor ama Musa Peygamberin yerinde kendisi var. Ya da muhatabının yerinde kendisi var. Artık orda bir insan yok, örnek alınması gereken bir protopit var. Yine olay sonucunda ders çıkartılması gereken yaşanan bazı şeyler var. Çocuk böyle bir kitapla karşı karşıya geldiği zaman bunu sadece Müslümanların çocuğu sormaz, herkesin çocuğu sorar.

Anneler çok sık olarak şunları söylerler “ya bu çocuk 15 ine kadar Kur’an Kursuna gidiyordu, camiye gidiyordu, 5 vakit namazını kılıyordu, sabah benden önce kalkıyordu ama şimdi liseye geldi, çocukta bir anormallik var. Arkadaşları mı yaptı başkaları mı yaptı?” Kimsenin yaptığı yok; çocuk bu devreleri yaşıyor. Çocuk  korkunç bir sorgulama devresini yaşıyor. Artık 11 den biraz ilerledik 14-15 yaşına geldi. Çocuklarımızın vücudunda tüğlenmeler başladı. Mesela erkek çocuklarında bakarsın 15 inde bir anda bir ayda kolları maymun gibi aşağı doğru uzar; burnu da öne uzar erkek çocuklarında; bu çok belirgindir. Artık bilirsiniz ki  o dönemde tüm vücut yapıları değişti. Yani kıllanma tüylenme vs. Bu dönemde hani erkek çocukları için babaların, kız çocukları için annelerin onları karşılarına alıp bu dönem değişikliği ile ilgili her durumu en açık bir şekilde anlatmaları gerekir. Vücutlarını nasıl temizleyecekler? Nasıl boy abdesti alacaklar?

11, 12 ila 21 yaş  arası, filozoflar bile bu soruların tüm cevabını verememişler, verdikleri cevap birbirlerinin aynı olmamış. Her biri farklı farklı cevap vermiş. Farz edin biz çok bilgiliyiz ve tüm cevapları çocuğun önüne döktük; onun sorularıyla ilgili olarak çocuk bu cevapları kavraya bilir mi? Yok. Bir şairimiz den alalım “senin anlattığın muhatabının anladığı kadardır’’ sen elli konu anlatırsın, muhatabın üçünü anlamıştır. Kırk yedisi için sen yoruldun. Ama bir başkası da bir başkasına çok anlatmıştır.  Yani bunu neden söylüyoruz; anlatılan, verilen cevaplar ne kadar güzel, ne kadar derin, ne kadar tatmin edici olursa olsun ergenlik döneminde bir çocukta ilim azlığı bulunacağı için verdiğiniz cevaplar yerine ulaşmaz. ıkincisi ise tecrübesi yoktur; cevaplar onun sinesinde makes bulmaz. Üçüncüsü soyut düşünemez; yani algılama yetersizliği vardır. Hâlbuki imanın temeli nedir? İnancın temeli  gayba imandır. Meleği kimse görmez; Allah’ı kimse görmez yani meleği peygamberlerden başka kimse görmez. Cümlemizi düzeltelim ya da mesela Ahireti kimse görmemiştir. Baştan başlayalım beş duyu ile algılanması mümkün olmayan hususlarda çocuğu biz imana davet ediyoruz. Hâlbuki o dönemde çocuk ancak beş duyusu ile bilgilenip soyut düşünmek ancak olgunlaşma süreci ile gelişebilen bir durumdur. Yani burada neye geliyoruz. Verdiğimiz cevap doğru ve yeterli bile olsa ergen çocuğa doğru gelmez, kâfi gelmez. Bir şey sorar evet bunu Allah yarattı, Allah şöyle şöyle yaptı, işte şu ayette şöyle der, Peygamberimiz bunu şu hadiste şöyle açıklar. Yok. Neden? Çünkü çok soyut düşünemez. Yani muhayyilesi gelişmiş değildir. Hayal kurar da soyut düşünmez. Bir diğer sebep de biz insanların normalde her birimizin bir sınırı var. Değil mi? ılgilenme, anlama, kavrama noktasında. Mesela “gözler O'nu ihata edemez, O ise her şeyi ihata eder’’ buyurur Rabbimiz. Yani hiç birimizin gözleri Rabbimizi görebilecek nitelikte değil. Yani Allah’ı biz beş duyu ile hatta soyut düşünmediğimiz sürece algılayabilmemiz mümkün değil. Eserinden biliriz; Onu yarattıklarından anlarız. Peki ne yapalım öyleyse bu dönemde. Bildiğimiz gibi cevap verelim. Çocuk tüm soruları sorsun; bilmiyorsak da susalım. Yani esasında bunları ben de zaman zaman düşünüyorum, bu iyi bir cevaptır. Çünkü yetmeyecektir ne söylesek. Koskoca bir dünya var, güneş var, ay var, yıldızlar var. Hepsi şaşırmadan gidiyor. Mesela insanlar yaşlanıyor, ölüyorlar sana ne gibi geliyor, ne olacak gibi geliyor? 4 yaşındaki çocuk “anne ben nasıl doğdum?’’ dediği anda anne ona doğumu anlatamayacaktır. Ya da “ben nasıl dünyaya geldim? Ben nerden geldim?’’ dediği zaman annesi işte karnını işaret etse bile, buradan nasıl çıktım; ben burada mıydım ya da kardeşi görür ben de mi daha önce buradaydım; buradan nasıl çıktım? Anne cevap veremez; yanlış cevap vermek ya da hani yalan da olabilir devrik cümle türevleri olan cevaplar doğru değil. Çocuğun muhayyilesine de erkenden cinsel bölge ya da cinsel konularla ilgili bir şeyleri yerleştirmek depolamak doğru değil. İşte ergenin yaradılış ile ilgili bize yönelttiği, biz doğru cevabı versek bile tatmin olmadığı hususlarda da söyleyeceğimiz cevap şey budur: sen nasıl düşünüyorsun bu hususta? Yani sana ne gibi geliyor?  Ben şöyle şöyle düşünüyorum ama. Hani şöyle olduğunu zannediyorum. Çünkü şöyle bir ayet var ama sen nasıl düşünüyorsun deyip orada bırakacağız. Çocuğu değerlendirmeyeceğiz. Hatta çocuk, yalan yanlış ya da lüzumsuz, düzensiz fikirler bile sergilese “öyle mi düşünüyorsun’’ deyip bırakacağız. Çünkü çocuk yıllar ile birlikte soyut algı dediğimiz, tasavvur dediğimiz hususta zihin yapısı geliştikçe, genişledikçe, kuvvetlendikçe bu hususta dengeye gelecek.

Ergenin bir diğer karşılaştığı  husus onun en büyük sorunudur. Bir kimlik oluşturacak, kim gibi olacak yani erkek ya da kız çocuğunuz. Ben hepinize birden soruyorum; çocuğunuz bizim gibi olsun mu? Kız ise benim gibi olsun mu?  Oğlum babası gibi olsun mu? Ya da babasına bunu sorsam oğlum senin gibi olsun mu? Pek çoğumuz der ki “yo benden daha iyi olsun’’. O zaman biz şunu soruyoruz: sizi şuanda o kızınızın ya da oğlunuzun daha iyi olsun dediğiniz duruma gelmekten engelleyen şey nedir? Bir engel var mı? Engel var mı? Var dersek biz yani hâşâ Rabbimizin nimetlerine şükretmemiş oluruz. Oğlumuzun ya da kızımızın hangi hale gelmesini istiyorsak, biz anne ve baba olarak şuanda o hal için çabalayalım. Bununla alakalı benim yakın dostlarımdan birisinin anlattığı, benim de ergenlik döneminde kitabını aldığım bir mini hikâye de var. Kulaklarını da çınlatalım; ismi Meryem, çok akıllı çok zeki bir hanım. Dahası ilkokul mezunu bir hanım ama şuanda Türkiye’de farklı yerlerde yapılan Kuran-ı Kerim meali yarışmalarında çok yüksek oranda derece alıyor.

Hedefi, mali durumu çok iyi değil, umreymiş. Sadece umre aşkıyla yani kutsal topraklara gidebilmek için bu yarışmaya giriyor. Ben ilkokul mezunu olduğunu özellikle belirttim.  Bazı şeyleri devletin okulları, fakülteleri size veremez. Başka yerden de almamışsanız nerden alacaksınız? Ya da bu anlamda kendi çabanız olmamışsa ne yapacağız o zaman? Bahsettiğim Meryem Hanımın yakın dostum hemşerisi olan Yozgatlı bir hanım bu bizim memleketimizde bir başka arkadaşı daha vardı. Onun o sene ilköğretimi bitirmiş bir kızı var. Baba arzu ediyormuş ki çocuk hafız olsun. Hepsi tanıdığım insanlar. Çocuk okumak istiyor, arzuladığı bir meslek de var. Baba diyor ki; ya hafızlık, ya ev. Bu çocuğun babası erken yaşta işe başlamış ailenin geliri yok. Başka kazanacak kimse de yok. İşte okul bitmeden daha çalışmaya başlamış, kazanmış. Ve hafız olmak, içinde bir ukte olarak kalmış. Kızı hafız olsun yani aileden bir hafız çıksın. Hafızlar işte ana babaya şöyle ikram edecek; böyle ikram edecek. Başında şöyle taç olacak; şöyle pırtısı olacak falan diyince kendinden geçiyor. Çocuğu zorluyor. Çocuk yazın gittiği Kuran Kursunu terk ediyor. Okuduğu Kuranı terk ediyor. En son namazı dahi bırakmış. Yani o da babasına tavır yapıyor. Yapar çocuklar. Yani “hayır” dönemlerine girdiğimizde “hayır” noktalarına basmamamızın faydası var.  Bu “hayır” aşağı yukarı 14 yaşından başlayıp en az 4-5 yıl devam eder. Ne söylediğiniz önemli değil; “hayır” diyeceklerdir. şu ayakkabıyı alalım, hayır. şu kazağı alalım, hayır. Hikâyeyi bitirelim ona gelelim. Çocuk artık bu durumda arkadaşı Meryem Hanıma telefon ediyor; şu şu durumdayız diyor. Evde bir sıkıntı var. Meryem Hanım adama soruyor;  yahu sen ne yaptın kızına? Adam da diyor ki ben dedim diyeceğimi; ya hafız olacak ya da ev. Niye zorluyorsun çocuğu bu kadar? Meryem abla aileden bir hafız çıksın istiyorum kötü bir şey mi istiyorum? Onun cevabı da güzel. O da diyor ki aileden bir hafız çıksın istiyorsan sen öldün mü? Bugünden tezi yok başla. Yani kendi hayallerimizi biz çocuklarımıza dayatmak hakkına sahip değiliz. Bunun da güzel bir örneğini vereyim. Konya’dan bir arkadaşımız kulaklarını çınlatayım.  Neslihan çok sevdiğim bende ayrı ayrı yeri olan insanlar. 37 yaşında başlamış; üstelik bu daha önce ciddi bir zehirlenme geçirmiş. Ve 3 ay etrafındakilere saf saf bakmış yani hiç kimseyi tanımayacak kadar beyni bir tahribe uğramış. 37 yaşında yeniden hafızlığa başladı. Zaman zaman hastalıkları sebebiyle ara verdi. Ve bundan bir süre önce konuştuğumuzda dedi ki, 40 yaşıma hafızlığı bitirmiş olarak girmek istiyorum. Yani bunu genç bir insan bir yılda bitiriyorsa, siz de 3 yılda bitirin canım. Bakın benim bahsettiğim arkadaşım Neslihan ki beyni bir tahribat geçirdiği halde… Ama öyle bir aşk var, kızlar diyor, mesela geliyorlar 25 dk.da benim yanımda sayfayı ezberliyorlar. Ben en az 2 günde ezberleyebilirim. Maşallah ben onu da yapamıyorum. Yani demek istediğim kimlik oluşturma devresinde biz çocuklara yardımcı olmak durumundayız. Onlar adına karar alma hakkına sahip değiliz. Onlar adına karar alır da onlara dayatırsak eğer onlar bu hususta istekli azimli olmayacaklardır. Yani başlayacaklar yarım bırakacaklar. Sonu da gelmeyecek. Dolayısıyla yani  çocuk ile ilgili her durumda ona kimliğini, kişiliğini yapısını oluştururken çocuk ile istişare etmek durumundayız. Ya işte kendimden doğanla mı istişare edeceğim? Elbette edeceksin. Hem de onunla ilgili her hususta. Öbür türlü siz bir yere başlatırsınız, bir sürü para ödersiniz, bir kaç ay geçmez, çocuk orayı terk eder. Yaptığınız masraf da yanınıza kar kalır. Ret dönemlerinde bile bizi modellerler. Yani o “hayır” dönemi dedim ya. 15 ten falan başlayıp 20 yaşına kadar devam eden, ne söylerseniz “hayır” dönemi. Bir çocuğun böyle bir hikayesini anlatırlar. Çocuk kıyafet satan bir mağazaya gitmiş. Bir kazak; demiş ki ben bunu eve götüreceğim. Değişim hakkım var mı? Oradan, var, tabi değiştirebilirsin demişler. Beğenmedin mi? Yok, demiş. Ben beğendim de eve götüreyim annem de beğenirse getirip yeniden değiştireceğiz. Bununla karşılaşacaksınız. Neden bu kadar çok zevk alırlar? İstişare etmeyen ailelerin çocuğu “hayır”ı sık kullanır. Bu şu demektir: gerçekte yani psikolojik anlamda tahribe tabi tutalım. Ben sizden ayrı bir insanım, sizden müstakil karar alabilirim. Kendim ile ilgili her hususta karar alma hakkım var. Siz de buna saygı göstermek zorundasınız. Bu söylediklerimi eğer aile yapmış olsaydı yani “sen bizden ayrı bir insansın, Allah seni ayrı yarattı, ayrı zevklerin olabilir. Ve bazen mesela bizim senin güzel bulduğumuz şeyi sen güzel bulmayabilirsin, hayat senin. Biz elbette seni sınırsız seven ve senin için en iyi isteyen kişileriz. Seni kendimize yatırıp da kurban edecek de değiliz.” Yani buna benzer şeyleri söyleseydi eğer aile, vaktinde çocuk bu kadar çok “hayır”ı ya da anne ve babanın damarına basma diyebileceğimiz şeyi yapmayacaktı. Mesela işte çocuklar jöle kullanıp, saçları dikiyorlar. şimdi ortadan çıkmış ortadan yukarıya doğru bir saç birde arka taraftan çıkıyor hatta bunun için çocuklar kuaföre gidiyorlar. Yani şimdi bu tür şeyler de bilhassa bizim gibi ailelerde ciddi bir telaşta oluyor. Hiç telaşlanmayın bi tek şey sorun kendinize. Çocuğum bu yaptığı şey ile ilgili Kuran-ı Kerim’de bu haramdır diye bir hüküm var mı? Yani çocuk saçını joleyle ortadan birleştirip yukarıya doğru dikerse bu haram mı? Ya işte mesela çocuğum hafızlığa gidecek; gitsin; ezberlemesine engel mi? Ya da mesela işte kızınız çok renkli bir şey giyiyor. Mesela siz siyah başörtüsü örtüyorsunuz; o da sapsarı bir başörtüsü örtecek. 50 kişinin ortasında herkes onu görecek. Zaten o çocuğun görülmesi gerekiyor. Psikolojik olarak sen görülmemek istiyorsun, o görülmek istiyor. “Eşim dostum ne der, konu komşu ne der, Ayşe hanımın kızına bak kıpkırmızı bir bayrak eşarp, ayağındaki ayakkabı, şu giydiği pantolona bak.’’ diyecekler. Yani bunu kim der; ergenlikten çıkamamış büyükler der. Ergenlikten çıkmış büyükler bunu demez. Çünkü ergenlikten çıkmış insanlar, etraf ile uğraşmazlar. Etrafı kınamak ile uğraşmazlar. Ya kiminle uğraşırlar? Kendileriyle uğraşırlar.

Devam Edecek

VİDEOLAR


Kendini Eğitmek ve Geliştirmek için çalışmanın ABC’si (Ekim 2018)
Kendini Eğitmek ve Geliştirmek için çalışmanın ABC'si (Ekim 2018)
Haber Türk 2015 (28 Şubat Süreci)
Haber Türk 2015 (28 Şubat Süreci)

Anadolu Eğitim ve Kültür Vakfı 2013 (Aile İçi İletişimde Söz)
Anadolu Eğitim ve Kültür Vakfı 2013 (Aile İçi İletişimde Söz)
Nevşehir Programı 2013 (Sen Hangisisin? 2)
Nevşehir Programı 2013 (Sen Hangisisin? 2)

Nevşehir Programı 2013 (Sen Hangisisin? 1)
Nevşehir Programı 2013 (Sen Hangisisin? 1)
Dost TV 2013 (Bayram ve İnsan 2)
Dost TV 2013 (Bayram ve İnsan 2)

Dost TV 2013 (Bayram ve İnsan 1)
Dost TV 2013 (Bayram ve İnsan 1)
Dost Tv 2014 (Hz Fatıma, çocukları ve Kerbela)
Dost Tv 2014 (Hz Fatıma, çocukları ve Kerbela)

Dost Tv 2013 (Gençleri Kazanmanın Yolları)
Dost Tv 2013 (Gençleri Kazanmanın Yolları)
Dost TV 2013 (Çocuklarda Sorumluluk Duygusu)
Dost TV 2013 (Çocuklarda Sorumluluk Duygusu)

Dost TV 2009 (Aile İçi İletişim)
Dost TV 2009 (Aile İçi İletişim)
Genç Birikim Dergisi 2011 (Aile Eğitimi 2)
Genç Birikim Dergisi 2011 (Aile Eğitimi 2)

Genç Birikim Dergisi 2011 (Aile Eğitimi 1)
Genç Birikim Dergisi 2011 (Aile Eğitimi 1)
Sun TV 2007 (Kitap Okuma Alışkanlığı)
Sun TV 2007 (Kitap Okuma Alışkanlığı)

TV 5 Yüzleşme 2006 (Ergenlik Dönemi)
TV 5 Yüzleşme 2006 (Ergenlik Dönemi)
TV 5 Bir Tatlı Huzur 2006 (Ergenlik Dönemi)
TV 5 Bir Tatlı Huzur 2006 (Ergenlik Dönemi)

Kon TV 2006 (Ailemiz)
Kon TV 2006 (Ailemiz)
Kon TV 2006 (Evlilik Öncesi)
Kon TV 2006 (Evlilik Öncesi)
Joomla templates by Joomlashine