Her yeri sis doldurdu, görünmez direkleri
Kapladı gönülleri, korkusuz yürekleri…
Bekledi herkes bu sis bir sebeple gidecek
Çıkacak bir esinti hepsini götürecek.
‘Gitsin!’ dedi insanlar ‘Bu sis, gitsin, gelmesin
Uzak dursun bizlerden tanımasın, bilmesin
İster dağ ister çöle ister göklere gitsin
İster yedi kat yerin derinlerine insin
Bizi boğan bu körlük bitsin artık yetişir!’
Demişlerse de sisler bir yere gitmemiştir.
Üstünden nice yıllar gelip geçti, sis durdu
Yaşanan bu körlükte nice kuşaklar doğdu
Başka hali nasıldır bilmediler dünyanın
Sandılar hep böyleydi akışı tüm zamanın.
Dediler ki büyükler: ‘Biz eskiden bakınca
Zorlanmadan görürdük uzakları yakınca
Birdi bize yerlerin gün değmez ıssızları
Gece göğü dolduran o parlak yıldızları’
Güldü gençler dediler: ‘Ne oluyor bunlara
Başladı şu büyükler o eski masallara
Gerçekçi olmuyorlar, nedendir bilemedik
Kaç kere ‘Bu masalı bırakın artık!’ dedik
Eskiden şu şöyleymiş, eskiden bu böyleymiş
Nasıl bir eskiyse bu güya her şey güzelmiş.
Değil sade yanına vardıkları ağacı
Görüyorlarmış güya bakınca tüm ormanı
Hani bunun kanıtı, tabii ki inanmadık
Olmayacak düşlerin peşinde uyanmadık.’
Yutkundu tüm büyükler, bakıştılar bir süre
Güçleri yetmemişti gerçeği göstermeye
Kendi aralarında bir gün şöyle dediler:
‘Birleşelim hepimiz tüm gerçeği görenler
El ele verelim de üfleyelim bu sise
Postu seren bu sisi kaldırırız belki de!’
Aralarından kimi uzaklaştı gülerek
‘Bu çocukluk, olacak bir iş değil!’ diyerek.
Kalanlar hep birlikte başladı üflemeye
Bir kısmının da hemen soluğu tükenmeye.
Bu uğurda ölenler toprağa ekildiler
Umudu tükenenler geriye çekildiler.
Bir avuç kalmışlardı, yüreklerinde tufan
Hiç durmadan uğraşan, konuşmadan anlaşan
Birbirinin gözünden söylenecek sözleri
Okuyan bir avuçtu, sanki bir kitap gibi
Bunlar devam ettiler son güçle üflemeye
Gerek yoktu gereksiz sözlerle beklemeye
Dururlarsa tükenip yok olurlar, bildiler
O yüzden vaz geçmeden, durmadan üflediler…
‘Ölsek ne olur zaten ölecek değil miyiz?
Herkes ölünce sanki kalacaklar biz miyiz?’
Diyerek son solukla son güçle üflediler
İşte tam o an geldi görünmez esintiler.
Aldı hepsi birinin soluğunu sırtına
Çarptılar kayalaşan sislerin suratına
Böylece parçalanan sisler çekildi geri
Parlak ışık doldurdu o karanlık yerleri.
Bilirlerdi onlar bu çabayla böyle bir iş
Olmazdı, tarih boyu olduğu görülmemiş
Ama anlamışlardı çabasız da olmazdı
Yan gelip yatsalardı bu sis asla kalkmazdı.
Şaşırıp ‘A!’ dediler sis içinde doğanlar
‘Görülüyormuş, dağlar, ovalar ve yaylalar
Meğer hepsi gerçekmiş büyükler ne dediyse
Gördük gökte yıldızı, ormanları da yerde.’
Af dilemek isteyip koştular büyüklere
‘Sizin emeğinizle ulaştık bu günlere’
Diyerek bin saygıyla öptüler ellerini
‘Öyle değil iş!’ derken duymadı hiç birisi.
İlk defa uzakları görünce inandılar
Ama gördüklerini bazen de düş sandılar
Hep birlikte kalktılar, sevindiler, coştular,
Gördükleri her yerde oynadılar, koştular
Baş eğdi o bir avuç en geride kalarak
Ağladılar sessizce göğe sayha salarak:
‘Ey bizleri Yaratan! Bilirdik yardımının
Deli gibi çalışıp zorluktan yılmayanın
Günden önce doğduğu günde geleceğini
Ruhumuzu karartan pası sileceğini.
Yoksa biz bilmez miyiz kırılmış oluğumuz
Yaprağı titretmeyen tükenmiş soluğumuz
Gönülleri dolduran sise yetmeyecektir
Postu seren bu sisler kolay gitmeyecektir…
Senin görklü kocaman yardımına güvendik
Layık olana gelen o yardımdan emindik!’
…
Ey gözüme kızıl yaş, saçlarıma ak olan
Umutlanırsam balta, gülersem bıçak olan
Seni koydum bu sisin ortasına bilesin
Bugün sisle birlikte artık sende gidesin.
Sevenim var mı diye sakın arkana bakma
Unutma çukurundan bir daha sakın çıkma
Unutma çukurundan sakın bir daha çıkma!..
Ayten DURMUŞ