- Ekmek aldım Erhan abi.
Tamam anlamında başını salladı.
- Parasını bıraktım.
- Tamam, dedi.
Osman isteseydi veya önce gelenler isteseydi paradan istedikleri kadarını ceplerine basabilir veya ekmeği alıp parasını vermeyebilirlerdi. Kahvaltılarını ederken, lokmalar arasında düşüncelerini annesine anlatıyordu. O her zaman, (yani elinde kitap yokken) Osman’ı da kızları da dikkatlice dinlerdi. Ona göre çocuklara nasıl ve ne gibi muamele edilirse onlar öyle olurlardı. “Çocuklarınıza asîl insan muamelesi yapın.” düsturunu öğrendiğinden beri, o zaman evli de değildi, çocukları da yoktu, insanlara öyle davranmayı prensip edinmeye çalışmıştı. Bu şekilde dinleyerek çocuklarına saygı gösterdiğini, konuşma adabını öğrettiğini düşünüyordu. Bugünse Osman anlattıkça;
- Şükür elhamdülillah, şükür elhamdülillah, deyip durmuştu.
- Anne, niye şükredip duruyorsun?
- Oğlum, elektrik kesildiği anda, marketlerin altını üstüne getirip, çalabileceği ne varsa çalan toplumlar yanında bir de bizim toplumumuza bak. Ceplerimiz onlar kadar dolu değil, onlar kadar zengin değiliz, ama yüreklerimiz, inancımızın bize kazandırdığı ahlaki yapımız onlarla kıyas bile edilemez. İnançlarımıza sahip olun, onları hayatınızı şekillendirecek şekilde yaşayın yavrularım. Bir toplumu ancak inançları ayakta tutar. Elhamdülillah ki biz hâlâ değerlerimizin epeycesini kaybetmedik.
Osman kardeşlerini ve kendisini okula götüren arabada, her zaman olduğu gibi önce kardeşlerini oturttu, sonra kendisi oturdu. Yanlarında anne ve babaları olmadığı zaman, onların görevini devralıyor, koruyor, kolluyordu. Zaman zaman teneffüs aralarında yanlarına uğrar, kontrol ederdi. Evde üçü birlikte kaldıkları zaman da sorumluluğunun farkında olan bir yetişkin gibi onlarla ilgilenir, derslerine yardım eder, kıyafetleri inceyse üzerlerine hırka getirir, giydirirdi, çünkü; annesi öyle yapıyordu. Annesi Osman’ın sorumluluk bilincine ulaşmasından çok mutlu olurdu. Bunu Osman’a hissettirdiğinde Osman’ın keyfine diyecek olmazdı.
O gün arabada, annesinin aydınlanan yüzünü hayal ederek gitti. Geçtikleri yolları görmemişti bile.
Zilin çalmasına az bir süre vardı. Omzuna bir el dokundu, arkasındaki, sıra arkadaşı Yusuf’tu.
- Merhaba Yusuf, dedi.
- Merhaba.
Elinde güzel bir kalem vardı, serin sonbahar gününün sisli güneş ışığında bile ışıl ışıl parlıyordu.
- Kalem buldum, dedi Yusuf
- Eeee
- Hadi götürüp ya bir hocaya verelim ya da kayıp dolabına koyalım. Kaybeden çok üzülmüştür herhalde.
- Şükür elhamdülillah
Osman bir an annesini taklit ettiğini düşündü. Sonra, olsun annem gibi söylememin ne sakıncası var, dedi içinden.
- Ne dedin?
- Hiçbir şey, hadi götürelim kalemi, dedi, gülümseyerek yürüdü.
- << Önceki
- Sonraki