Mihnet ile yaptığı iyiliği öldüren
Kem sözüyle kurulmuş köprüyü yıkan
Tüm cihadı söylenmekten ibaret
Söylediği şeyleri kulakları duymayan
Kişilerin peşinde hidayet var sanan
Samimi, gözü yaşlı, gönlü kırık
Ey fedakârlıkta sınır tanımamış zirve
Alenza! Geldiğini görmedi kimse.
Tayyı mekân dursun, tayyı zaman dursun
Tayyı hâl için bir yol bulunsun
Nevaî ve Fuzuli’nin gittiği yoldan yürü
Belki de böyle yaşar uhdende saklı sevda.
Yürekleri üryan gelip yine üryan gidenler
Bilmezler sakladığın hazinenin değerini
Sen tenin için ruhunu kurban etmedin…
Ben sevdiğimde gerçekten sevdim
Özlemekten bıkmadığım sevgili için
Yorulmadığım hicranları yaşadım
Duymamaya kararlı olduğum haykırışlar
‘Aşk olsun’ demedi hiç, aşkı yok sayar…
Beni de yok saydınız, ama varım
Kâinat korosunun içinden
Arada bir tizleşen akortsuz sesinizi
Bakışlarınızda gizlenen öfkenizi duyarım.
Bu sebeple melâlimi anlamaz herkes,
Herkes yaşadığım hicranlara katlanamaz
Kucaklayamazlar, yar gibi saramazlar
Servetleri gibi saklayamazlar Alenza
Benim sakladığım bir servetim yok
Varsa bir şeyim, onu da çabuk harcarım
Ama dokunmam aşktan yana
Korkunç güzellikte bir heyelan
Gelirse üzerime korkmam, kalmam altında
Ben korkmadım hiç kimseden
Kendimden korktuğum kadar
O zaman sığınırım, inandığım Allah’a
Titrerim, haşyetten ağlarım, biliyorsun Alenza
Yoksa her şeyi yakmak arzumu tutamam
Kırmak ve parçalamak isteğimi bastıramam.
Dolaşırken bizimle aynı iklimde
Heyecanla haykırdın, herkes duydu sesini
İşte Akif, ‘Üstad’ gerçek bir şair
Bu zirve hangi mikyas ile ölçülebilir
Vatanla bütünleşir, milletle bütünleşir
Her bir acı sinesinde katlandıkça katlanır
Edipler O’nun şiirini karanlıkta görse tanır…
Yerden ziyade gökyüzüne yakın sözler
O’nu görünce ayağa kalkar, görmezse özler.
Şimdi bir daha yaşasaydı, her satırında
Bütün ıslam coğrafyası sayılıp dökülürdü
Kim bilir belki de gördüklerine dayanamaz
Dönerdi hemen kabrine, erkenden ölürdü.
Aylar bize hala muharrem Alenza,
Ezansız, minaresiz ve merhametsiz
Ama düzenli, ama çirkin ve temiz
Sömürülerle kurulmuş şehirlerin banileri
Evet, güzel silahlar da yapabilirler
Herkes yaptığının üstüne adını da yazabilir
Fakat bir ‘Çanakkale Destanı’ yazamazlar.
Hep zaferin şevki ile yaşamış bir milletin
Çocukları ölürken de kahramanlık burcuna
Bir daha indirilemez bir bayrağı diktiler.
Fakat savaşı kazananlar, bir daha konuşamadılar…
İşte onlardan geriye kalan artıklar
İşgalci Batı karşısında ‘hazrol’dalar…
Özgürlükle anarşinin fark etmeyip farkını
Tüm ölçü ve değerlere bıkmadan saldırdılar
İslam’dan koptuğunu saklayan Müslümanlar
Müslümanların bayraktarı oldular
Kilisede söylenen şarkılara katılmış
Çan sesi eşliğinde söylenen ninnilerle
Önce Kitab’ı uyutup, kitabına uydurdular
Düşler ve rüyalar yerine kâbuslar
Akınlar ve fetihler yerine izmihlal hep izmihlal
Ben Batı’nın ‘günbatımı’ndan başka
Hiçbir şeyini sevmedim Alenza…
Kosova, ıstanbul ve Çanakkale
Kâfidir bir tarihin başına taç olarak.
Aradım Meşhed’i, tırmandım surlara
Bu sefil yirmi birinci yüz yılda
Ne Gazi Hünkâr vardı, ne de bir Fatih
Ne Uluğ Bey vardı, ne Malkoçoğlu.
Ne bir Hayme Ana ne de bir Dilşad
Hasretim çağımda kahramanlara
Hasretim, özlediğim vatanım kadar…
Alenza, böyle bir tarihe sahip bir millet
Öğrenirse tarihini, sarsılır, ağlar
Bir ayağını mihvere koyarsa kalkar
Meselâ Niğbolu’ya, meselâ Mohaç’a
Sen kalktın, tut elimden beni de kaldır
Elbette her yapılanın bedeli vardır
Düğümler vuran toplum hayat damarlarına
Kendini sonlandırır, bir şey kalmaz yarına
Kalmadı işte…
Tarihinden koparılmış bir nesil
Böyle alçak, böyle iğrenç ve sefil
Elden önce sövüyor, kahraman atasına
Dönüp dönüp ediyor, Kevser konan tasına
Alenza! Silme gözyaşlarımı, bırak
Biraz sükûna eriyorum ağlayarak
Ne yapalım da değişsin bu makûs talih
Bir yaralık merhemi, hangi yaramıza sürelim
Gönlümdeki isyanları sen bari anla
Evet, ben hala,
‘Öz yurdumda garibim, öz vatanımda parya’