(Ayten DURMUŞ, Özgürlük Mesnevisi)
Anamın oğulları vefasız çıktı oğlum
Yalnızlık türküsünden incindi narin ruhum
Hayat uykusundalar ölümden daha derin
Ne korkunç sabah oldu, gün doğdu haber verin
Nihavent makamında şarkı söylüyor zaman
Bu dünyaya ne oldu, etrafı sarmış duman
Katliam ve kan gölü, insanlar neden sus-pus
Böyle bir şey olamaz inanmam bu bir kâbus
Ruhumun vadisinden yükselip gelir çığlık
Katrana Kevser diyor, sihirli kızıl ışık
Arkasına gizlenmiş çirkin gözlü bir pusu
Kanla yoğrulmuş ekmek, gözyaşı katılmış su
Karanlığın başında hissizleşmiş suratlar
Karanlığın gözünde açılmamış kanatlar
Taşlaşmış gönüllerin can alıyor sevgisi
Ölümün dudağından öpüyordu birisi
Kimi yaşça büyümüş, oturur kumda oynar
Kimisi doğduğunda annesinden ihtiyar
Yine efkâr basıyor, sağım solum bataklık
Sarhoş dev tam karşımda, bütün yüzler yılışık
Homurtu yankılanır, vadilerde ses gibi
Ufkum kızılboyandı, alevden nefes gibi
Din adamı olmuşken hurafenin dindarı
Ne Maide çözümdür ne Kevser’in pınarı
Simli sözler dilinde, parlaktır, yumuşaktır
Beş kuruşu çok bulur, üç kuruşa uşaktır
Ne yana istersen çek, sözleri hep karışık
Nesline, hayatına kastedenle barışık
Sol eliyle aldı hep sağ elin verdiğini
Ve düşündü ilminin ecrine erdiğini
Görevsizlik kararı almış bizde ulema
Kitap yüklü merkebe duvar süsler diploma
Kendi çok cesur lakin korkup durur gölgesi
En çıplak hakikati gizlemek göstergesi
Tutarsız fikirleri aylaklık bildirisi
Ömürsüz davaları süslü laf çevirisi
Mevsimlik kitapların hormonlu görüşleri
Sabrımızı çürüttü kayıkçı dövüşleri
Niceleri kul etti şöhretin esareti
Bu şahlara ‘kul’ desin bir deli cesareti…
Mezarını kazana taş yapmana gerek ne?
Taptıkların ölürken hep tapmana gerek ne?
Yılan öpsün ağzını ey felaket tellalı
Bir temiz çehre nerde, bütün yüzler boyalı
Ölmüş sözden anlamaz, ey oğlum sözüm sana
Gönül dağım yanıyor, gezinmeme bakınma
Yüreğini toparla, ruhunun peşine düş
Hayatın kalbine gir, yoksa dersin ki: “Ölmüş!”
Bir zaman çok şerefli bir konuk hanemizde
Hatırla ne demişti tüm gece sana bizde
Aklımıza gelmedi, ne çay ne de yiyecek
Gönlümüze el attı, uğraştı sabaha dek.
Demiştin: ‘Ciğerimden bıçaklıyor her soru
Elden değil ey Üstat beni kendimden koru.’
Demişti: “Bilmen gerek şu anda neredesin
Tarlayı sürdün ancak tohumu yemedesin
Madem aklın kavruldu uzak durma pınardan
Su gibi yolunu bul yalçın kayalıklardan
Muvakkat dünya için müebbet acı çekme
Kendi gönül bahçene çiçek ek, zakkum ekme
Öküzün derdi ottur, sen neyle dertlenirsin
Beynine ve kalbine aç iken ne verirsin
Bilmez misin geçiyor kafanın yolu kalpten
Gelir ve geri döner güzergâhı terk eden
Mazeret uyduranlar hep yerinde sayarlar
Asil ruhlara hazır ellerinde yularlar
Hedefi olmayanda çalışmak zevki olmaz
Uyuzluk beşik olur gayretin şevki olmaz
Çalışmayı zevk edin, gözü-gönlü aç olma
Yalnız düşmana değil, dostuna muhtaç olma
Darlığa sabır güzel, namerde su dökmekten
Bir farkı yoktur bunun sırtıma bin demekten
İnsana huzur verir var olanla yetinmek
Pişmanlığı öldürür eldekine sevinmek.
İnsanı seven insan, yüz çevirmez insandan
Sevdim diye öldüren, kim ölmüş ki yalandan
Görürsen bir ülkede gölge asıldan büyük
Soyluluk iklimine sultan olmuştur küçük
Kimin sözüyle çıkar, yanlış, yanlış olmaktan
El veren kol kaptırır, uzak dur bu tuzaktan…
Neden kaderdir oğlum, doğuda ağıt yakmak
Umutlar neden kırık sevgi ne kadar uzak
Zamanın Firavunu parçaladı, ayırdı
Bir fırkaya zulmetti, bir bölümü kayırdı.
Bölünmek çokluğuyla övünmek olur mu hiç
İhtilaf sebebi ne, temel yok, duvar kerpiç
Nice omuz gördün yok, başlığın altında baş
Nice beyinler gördün, içinde bitmez savaş…
Yaratılmış içinde senden değerli şey ne
Düşmanın rahat etti senin kavgan kendinle
Şu bir tek bedeninde kaç kişilik büyüttün?
Kim öldü, kim hayatta, kimi nerde yürüttün?
Kendini kaybedince ne kaldı samur kürk mü?
Senin sahibin nedir, mal mı, makam mı, mülk mü?
Kime ne kazandırdı, dünyayı sonsuz sanmak
Akıllı çok arınır, pislik götürür ahmak.
Cahillerin canları uyutan kollar ister
İvgin yolcu yorulur, pürüzsüz yollar ister
Sararken karmaşalar zebani gibi seni
Yolunu gözleyenler bekliyordu gelmeni
İşine bak ey oğlum, gönüllere derman ol
Süleyman gibi sultan, Yahya gibi kurban ol
Eyüp gibi ömür sür, ayağını yere vur
Yeri gelsin asanı taşa vur, denize vur
Yılgınlık nedir bilme, yola çık geri dönme
Umutsuzluk çağında Tur’da ateşsin sönme
Kirlenen bengisuyu yıka yine sevginle
Sağlam dur ve yıkılma dualarım seninle.
Bilgin ve sezgin için Kitab’ını furkan kıl
İrfana yol gösteren kılavuz olsun akıl
Ahlâksızlık ateştir, yüksek tut edebini
Yalnızca bunda ara yükseliş sebebini
Yerleri ayrı elbet kılıç ile kalemin
Elbet manifestosu yazılmalı erdemin
Elle yazdığın gibi halle de yazmalısın
Ölüye ve tohuma çukurlar kazmalısın
Kimi orda can bulur, kimisi çürür gider
Hırlayana bakma sen bu kervan yürür gider
Hiç umutsuz olmadık, umut varız ey oğlum
Dirildik canlanırken sendeki kutlu tohum.
Kalbini dinle biraz, ruhuna bir el uzat
Ne diyorsun ey oğlum, hâlâ sürer mi hayat
Ucuz satma kendini al götür bu pazardan
Yüreğinden tut kaldır sen kendini mezardan
Sen de kendini belle zamanın süvarisi
Vahdet Kevser’ini sun, kolay olur gerisi
“Ayrılmış yürekleri birleştiren ferman ol
‘Bir Hilâl’in uğruna’, annenden armağan ol…”