Dedem bir Osmanlı çocuğuydu
Bilmezdi, demokrasi nedir, cumhuriyet nedir?
‘Düvel-i muazzama’ der, ‘Dersaadet’ der susardı…
Babası ışkodra’dan Yemen’e savaşmış
Anlı şanlı bir gazi, Ali Ede derlerdi
Övünmek nedir bilmez, dosdoğru bir adammış
Geceleri Kuran okur, sessiz sessiz ağlarmış…
Savaştığı coğrafya koca Osmanlı….
Ali Ede nerede? ışkodra’da
Ali Ede nerede? Yemen’de
Ali Ede nerede? Filistin’de
Ali Ede nerede? Bilen yok…
Yedi çocuklu Pembe Gelin senelerce beklemiş
Umutsuzluk diz boyu, umutsuzluk boğazda
Umutsuzluk boyu aşmış, ister öl, ister yaşa.
“- Pembe Gelin, para savdım Ali Ede’me, boz ineği inedim
- Tamam Güçça, öyle olsun.
- Pembe Gelin, para savdım Ali Ede’me kıratını inedim
- İyi Güçça, sen bilirsin.
- Pembe Gelin, para savdım Ali Ede’me sarı öküzü inedim
- Oldu Güçça ne yapalım.
- Pembe Gelin, para savdım Ali Ede’me tekeleri, şişekleri inedim
- Öyle mi Güçça, öyle mi münasip gördün.
- Pembe Gelin, para savdım Ali Ede’me koyunları, kuzuları inedim
- Hepsini mi Güçça, hepsini mi?
- Pembe Gelin, ekmeklik buğday için tarlada çalışacaksın
- Kader ne yapalım.”
Kader, ne yapacak. Yakup olsa derdi ki:
“Ahh Yusuf’un üstünde titreyen tasam!”
Ve umutların bittiği bir gün Ali Ede dönmüş
Tüm yakınları şehit, yalnız, yorgun ve hasta
Sevinmiş Pembe Gelin, titremiş sesi:
“- Sağ dönersen eğer diye efendi
Şu kızımı, kızlarımın en nazlısını
Adak ettim bilesin… Büyüyünce
Anadan öksüz, babadan yetim
Bir garibe vereceğim.”
Gülmüş, yatakta hasta adam, demiş:
“- Evlat da mı adak edilir, bir hayvan adayaydın.”
“- Olanı adak ettim.” demiş usulca kadın.
O’ndan öğrendim: “Olanı adamayan, olacağı adayamaz”
Altı ay sonra Hakk’a yürümüş Ali Ede
Bir mezarı var hâlâ taşı molla simgeli…
O’nun torunları duysalar da Yemen’i türkülerinden
Bilmezler ışkodra neresi, Yemen neresi
Bilmezler bu savaşta dedeleri, kiminle, neden savaştı
Bilmezler, amcaları, dayıları hangi cephelerde kaldı….
Dedem bilmezdi, demokrasi nedir, cumhuriyet nedir?
Öğrenemedi de, hâlbuki uzun yıllar yaşadı
‘Düvel-i muazzama’ der, ‘Dersaadet’ der susardı
Başka şeyi belki de kendine layık bulmazdı
Ömür boyu kendini hep ona tabiî sayardı…
Babası öldüğünde çok küçük bir yetimmiş
Bu sebepten olsa gerek pek erkenden büyümüş
Ama yine de bilememiş,
Neden annesi alelacele
Topluyor tüm kitapları
Yükleyip bir kağnıya
“- Götür Mustafa’m bunları şehre,
Ne verirlerse sat hepsini
Yoksa korkarım sana zarar gelecek.” dediğinde sebebi…
Sormamış dedem, tüm kitapları toplarken
Anasının, bir Kitab’ı neden iyice sakladığını.
Yorgo ve Aleksi o zaman
Eski işleri bırakıp, birden sahaf olmuşlar
Kitaplar almışlar halktan yok pahasına/
Ya da korku belasına
Hiç kitap satmadan birden zengin olmuşlar
Kitaplar Vatikan’a, kitaplar ıngiltere’ye…
Bir kısmını da yıllarca saklayıp
Değişimde herkes her şeyini götürürken
Bunlar, her şeyi satıp, kitapları götürmüşler…
O zamanlar babalar şehit toprakta
Analar çaresiz, çocuklar yetim, kitaplar muhacir…
Kitapları muhacir eden bir millet
Hangi zemin üstünde hayat bulacak…
Sonra bir gün gelmişler ve sormuşlar:
“- Kimin evinde kitap var?”
“- Kimsede kitap yok, hem okur-yazar kaldı mı ki?”
Ve sormuşlar: “- Kimin ailesinde ölmüş de olsa
Molla, imam, muallim ya da okur-yazar vardı?”
“-……….”
Gelmişler, kapıları tekmelerle kırarak girmişler
Potinler gâvur, şapkalar gâvur, bakışlar gâvur
Didik didik, dip köşe, bucak bucak aramışlar
Ve saklanmış bir tek ‘Kitap’ bulmuşlar
Haykırmışlar: “- Kadın, kadın! Bu nedir, sen bilmiyor musun?
Harf devrimi yapıldı harf. Bu Kitap suçtur!”
“- Eşim Yemen gazisiydi” demiş Pembe Kadın,
“ Döndükten altı ay sonra Hakk’a yürüdü
O’nun Kitab’ıydı, okur, ağlardı, üzerinde gözyaşları var,
Ondan sakladım, hatırasıdır yedi çocuğumun babasının
Yoksa yemin ederim ki hiç kimse bilmiyor okumayı.”
Çarpmışlar parçalanmış Kitab’ı
Diz çökmüş dul kadının gencecik suratına.
O kapanmış, o Kitab’ın üstüne
Dedem de anasının üstüne
Ağlamış, ağlamışlar
Dedem yeni yetme bir çocukmuş o zamanlar…
Dedem bilmezdi, demokrasi nedir, cumhuriyet nedir?
‘Düvel-i muazzama’ der, ‘Dersaadet’ der susardı.
Ben bilmezdim küçükken, O neden,
Öyle derin bakardı.
Ama ben şu gözlerimle gördüm
O, bir ömür O Kitab’ı, okur okur ağlardı.
Şimdi ben de kapandım, O Kitab’ın üstüne
Dört kuşağın gözyaşı buluşmalı diyerek
Kesik, kırık köklerimiz cana gelsin diyerek
Dallarımız budak salsın, çiçek açsın diyerek
‘Ben kimim ve neyim, söyle bana’ diyerek
O Kitab’ı okuyor, ağlıyor, ağlıyorum.”