Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 11.07.2025
HANZALA YÜZÜNÜ DÖNSE NE GÖRECEK ERNEST?
Ernest gitti, vedalaşmadan, birlikteyken yazılar yazdığımız masanın üstüne bir not bırakarak: “Efendim, Yusuf’un ayak izlerini takip etmek için gidiyorum. Dönmek kısmet olur mu bilmem. Ama dönemesem bile biliniz ki sizinle konuştuklarım, sizin bana Kur’an’dan okuduklarınız, öğrettikleriniz yoldaşım olacak. Dualarınızı esirgemeyin. Kardeşliğe kabul buyurduğunuz Ernest”
Notun yanında onun defteri, defterin üzerinde söylediklerimi yazdığı kalemi duruyordu. Bu deftere günlerce neredeyse durmadan yazmıştı, belli ki okuyayım diye masada bırakmıştı ama o anda okuyacak durumda değildim. Defterin hızlıca çevirdiğim sayfalarının arasında sıkıştırılmış kırmızı bir kurdele buldum. Kim bilir bu kurdele neden saklanmıştı. Aynı sayfada çerçeve içine alınarak süslenmiş bir ‘B’ harfi vardı. Yüreğimin güçsüzleştiğini hissediyordum, artık acıları kaldıramıyorum, belki de yaşım ilerlediği için böyleydim.
Ernest’ten bir haber bekleyerek geçiyor günlerim. Kötü bir haber alacağım diye yüreğim ağzımda, bile diyemiyorum çünkü Gazze’den tek bir iyi haber gelmiyor ki!
Ernest, medeni oldukları yalanını yayanların başkentlerinden Londra’da, bir suikastla öldürülen Filistinli karikatürist Naci Ali’nin (ö. 1987) çizdiği, Filistinli çocukların simgesi olan Hanzala’yla Filistin’de çok karşılaşacaksın. O hiç büyümez, hep 10 yaşındadır, zaten Filistinli ve Gazzeli çocuklar da büyüyememektedirler. Hanzala, dünyaya arkasını dönmüş, elleri arkasında bağlı bir çocuktur; herkese küskün, zulmün azgın gücü karşısında kimsesiz kalmanın acısını yaşıyor. Soydaşları ve dindaşları olan ülkelerin halkları, Hanzala’nın acısını ta gönüllerinde duyarak ‘Ne yapabiliriz?’ diye çırpınsalar da yönetimler, Batı emperyalizminin desteğiyle iktidar olup onların güdümüyle başta bulundukları, onların izin verdiği kadar konuşabildikleri ve ancak onların yönlendirmesiyle hareket edebildikleri için Hanzala yapayalnızdır, Filistin yapayalnızdır.
Filistin ve Hanzala en çok da kendi başlarına getirilen mankurtlar topluluğu karşısında çaresiz kalmaktadırlar. Adları kendilerinden, soyları kendilerinden, dinleri kendilerinden gibi görünüyor ama hepsi Filistin’e, Gazze’ye, Hanzala’ya o kadar yabancılar ki... Hanzala adına konuşmak hakkı kendilerine verilen bu mankurtlar topluluğu, neredeyse kendi halklarına düşman, emir kulu oldukları yerler karşısında ise köpekçe bir kuyruk sallama içerisindeler. Hatta o kadar ki bunlardan birinin tasmasının ipi düşse götürüp elleriyle efendilerine verecek kadar aşağılıktırlar.
Ernest, Hanzala’nın gözleriyle baktın mı Filistin’e, Gazze’ye, Türkiye’ye ve dünyanın geri kalanına? Sen Hanzala’yı görsen ne diyeceksin? Hanzala yüzünü dönse ne görecek? ‘Yaşıtı çocuklardan binlercesi öldürülmüş, binlercesi ne yaşadığını anlamadan enkaz altından çıkarılmış, binlercesinin ailesinden tek kişi bile kalmamış, binlercesinin eli-ayağı kopmuş, binlercesi kolsuz bacaksız, binlercesi gözsüz kulaksız… Küvözdeki bebeklerin, daha konuşamayan çocukların, kucaklarındaki bebeklerle kadınların, ömrünün baharındaki gençlerin, beli bükülmüş yaşlıların paramparça olmuş bedenleri... ‘Okulların, hastanelerin bile bombalanıp yıkıldığı’ diye cümleye başlamak artık çok anlamsız çünkü Filistin’de ve Gazze’de kuduz köpekten beter saldıran Yahudi terör şebekesinin silahlarıyla bombalanması söz konusu olmayan tek bir yer yok.
Ernest, Gazze’ye nasıl ulaştı, hangi yollardan gitti; ayrıntılarını bilmiyorum. Ama haftalar sonra bana bir yardım kuruluşunun gönüllüsüyle haber ulaştırdı: ‘Efendim, … Burada zaman farklı akıyor. Sessizlik bile başka bir dille konuşuyor. Dün, bir çocuk bana Yusuf’tan bahsetti. Onun adını bilen bir çocukla karşılaşmak, sanki bir rüyanın içindeymişim gibi hissettirdi. Burada insanlar susmuyor efendim, hep direnişi konuşuyorlar. Kadınlar ekmek yaparken Allah’a dua ediyor, gençler duvarlara resim çizerken direniyor, çocuklar taş atarken, tutuklanırken bile gülümsüyorlar. Beni bir eve misafir ettiler. Ev değil aslında; duvarları dökülmüş, çatısı naylon… Ama içinde insanlık var, burada gerçek insanlar var. Onlar beni Türkiye’den yardım getiren Müslüman kardeşleri olarak kabul ettiler. Ben de onlara kendimden söz etmedim. Zaten ne diyebilirdim ki? Birisi bana dedi ki: “Buraya gelen herkes önce kendini kaybeder sonra insanlığını bulur.” Ben şu an kendimi arıyorum, insanlığımı. Dualarınızı bekleyen kardeşiniz Ernest.’
Mektubun sonunda ayrı bir cümle vardı, beni yerimden kaldıran: “Bugün Yusuf’un mezarına gittim. Toprağı sıcaktı. Üzerine küçük bir Türk bayrağı diktim sizin adınıza. Sizden selam getirdiğimi söyledim.” O an ağladım, Yusuf’un ismini söyleyerek yüksek sesle ağladım, çaresizliğime-güçsüzlüğüme ağladım, tıpkı her derdine ‘Yusuf’um’ diye ağlayan Yakup gibi. Biliyordum, Ernest, bana Yusuf’un kokusunu göndermişti ve kendisini de o topraklara bırakacaktı artık. Yaran gizliyse eğer göz yaşın açık akmaz, denir. Benimse yaram da açıktı göz yaşlarımda.
-Yaz Ernest, dedim ağlayarak içimden, bilmiyorum sessiz sözlerim onun gönül kulağına ulaşır mı? –‘Filistin’e yerleşen her Yahudi bir işgalcidir.’ Yazdın mı? -Evet efendim, ben de buraya bir ayet ekledim: ‘Sizinle savaşanlara karşı siz de Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.’ (2/190). (Devam edecek.)





























