Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 09.06.2021
III- İYİ Kİ SİZLER VARSINIZ- SEVGİLİ GENÇLER!
YILMAZ
Gece saat on gibiydi, telefonuma arka arkaya mesajlar gelmeye başladı. Ben zorunlu olmadıkça gece saatlerinde mesaj göndermeyi doğru bulmadığım için bir süre bakmadım. Ancak arka arkaya gelen mesajlar beni meraklandırdı, baktım.
Birkaç yıl önce mezun ettiğim Yılmaz adlı bir öğrencimmiş. Yılmaz, arada bir mesaj gönderir, hatır sorar, kendisi hakkında bilgi verirdi. Şu anda okuduğu fakültenin üçüncü sınıfındaydı. Mesajlarını okudum. Hızlı bir şekilde yazdığını cümle düşüklüklerinden anlamıştım. Özetle şunları diyordu: Kaldığı yurda uzun süredir ödeme yapamamış, borcu birikmiş. Ailesi ağabeyine yaptıkları düğün nedeniyle ona para göndermekte sıkıntı yaşamışlar. Kaldığı yurttan kendisine üç gün süre vermişler, geçmiş borcunu ödemediği takdirde yurttan çıkaracaklarmış. Durumunu anlattıktan sonra şöyle diyordu: ‘Hocam, size böyle bir mesajı çok çaresiz kalmasam yazmayacağımı bilirsiniz. Acaba bana burs falan bulabilir misiniz, yapabileceğiniz bir şey var mı?’
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 30.05.2021
Değer Nedir: İnsanlığın yüzyıllar içinde oluşturduğu bireysel, toplumsal, evrensel ilke ve ölçülere değer denir. Bunlar insanlar için bilmeye, inanmaya, yaşanmaya, savunmaya değecek olan düşünce ve davranış ilkeleridir. Değer, bir varlığın önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, karşılıktır. Toplum söz konusu olduğunda değer; bir toplumda bulunan toplumsal, kültürel, ekonomik, bilimsel değerleri kapsayan soyut ve somut ögelerin bütünüdür. Bu nedenle değer, yalnızca ahlâk ile ilgili bir konu değildir. Ahlâk değerleri, ilke koymak ve tüm toplumu zorlayıcı bir güce sahip olması bakımından daha farklıdır. Genel olarak kişiyi erdemli, üstün, olgun kılan her tavır ve davranış değerler başlığı altında ele alınır. Erdem, kişide bulunan tüm duygu ve düşüncelerin iki aşırı uçtan uzak kalan denge halidir.
Değer sözcüğü ‘ahlâk, norm, etik’ kavramları ile ilişkilidir.
Ahlâk: 1. Toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları kurallar, ilkelerdir. Bu kural ve ilkeler belli bir kültür içinde oluşmuş, tarihsel süreç boyunca inançların etkisiyle belirlenmiş, tanımlanmış, düzenlenmiş, töreleşmiş, gelenekleşmiş toplumsal kurallar bütünüdür. 2. Bireydeki huy, karakter, yaratılış, yapı; kişide yerleşik toplam özellikler ve bu özellikler sonucu olarak bireyin ortaya koyduğu davranışlardır. 3. Ahlak üzerinde araştırma yapan bilim dalıdır.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 20.05.2021
Yiğit kadın ve erkeklerin özelliklerinden söz etmek gerektiğinde önce hayatın hangi devresinin ‘Yiğitlik Dönemi’ olarak adlandırılabileceğini belirlemek gerekir. Yiğitlik dönemi (dipnotta ayrıntılarını vereceğimiz) hayatın evrelerinden üç dönemi kapsar. Bunlar: ‘22-30 yaş: Delikanlılık dönemi, 31-40 yaş: Gençlik dönemi, 41-63 yaş: Olgunluk dönemi’ adlarını verdiğimiz üç dönemdir. Bu dönemler -büyüklerimizin tanımıyla- kişilerin atınca vurduğu, kalkınca koştuğu, dileyince yaptığı, el atınca tuttuğu, bedensel ve ruhsal açıdan (genellikle) en iyi olduğu dönemlerdir. İşte bu nedenle 22-63 yaş arası olan bu üç döneme ‘Yiğitlik Dönemi’ adını verdik.
YİĞİT KADIN VE ERKEKLERİN EN BELİRGİN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Büyüklerine saygılıdırlar, asla saygısızlık etmezler.
Küçüklerine karşı şefkatli, merhametli, koruyucudurlar.
Ev halkına ve genişleyen aile çevrelerine karşı üstlerine düşenleri yaparlar; hoş görülü ve yardımcıdırlar.
Yeterince ve gerektiği kadar konuşurlar, lavgar değildirler.
Güçsüzlere kol kanat germeye, destek olmaya çalışırlar; vurdumduymaz değildirler.
Yoksula destek olmaya çalışırlar. Kendi mallarındaki yoksulların hakkını vermeyerek haram yemez, doğrudan ve dolaylı hırsızlık yapmazlar.
I.
Filistin can yakıyor, her canda bin can gider
Kalk ayağa bir şey yap elinden vatan gider
Hangi sözle söylesem gönlümdeki acıyı
Gözlerimden kan akar, içerimden kan gider
Nebimizden hatıra iklimler can verirken
Ya biz neden kalalım yâr gider yâran gider
Ben gördüm o sancağı Sevgilinin elinde
Yazdır adını yoksa defter ü divan gider
Yürürsek yollarımız Kudüs’te birleşecek
Selahaddin adında bir koca Sultan gider
Kalk hemen düş peşine neden oturuyorsun
İslam’ın gür sancağı Yavuz Selim Han gider
Gazze’de şehadete Çanakkale yiğidi
Mehmet Muzaffer adlı şanlı kahraman gider
Farkında değil misin şimdi sıra senindir
Ya zamana de ki: ‘Dur!’ ya böyle devran gider
Filistin karanlığa yakılan son ışıktır
Zulüm kalır geride, şeref gelir şan gider
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 11.05.2021
Bir süredir ortalarda dolanan bir video var. Ben de bekliyordum, biri bunu bana gönderir ve sorar, ‘Bu ne?’ diye. Sonunda bir arkadaşım, altında şöyle bir notla gönderdi: ‘Sahurda gördüm, sabaha kadar uyuyamadım.’ Gönderdiği videoya o anda ve daha sonra tekrar tekrar baktım, bu ülkede pek çok kadının(1) zaman zaman yaşadığı bir durum vardı görüntüde. Şunu hemen belirtmek gerekir ki bu durum nadirattan değildir.
Videodaki olay şöyleydi: Bir cami bahçesinde, yanlarında küçük bir kız çocukla, biri orta yaşlı ikisi daha genç üç hanımın karşısında yedi kişi kadar görünen bir erkek topluluğu vardı. Bu hanımlar camiye girerek ibadet etmek istemişler ancak kendilerine ‘Kadınlar camiye giremez.’ deniliyor ve evlerinde ibadet etmeleri söyleniyordu. Hanımlardan genç olanın kendisine bu sözleri söyleyen kişiye itirazına, buradaki erkeklerden biri onları suçlama yolunu tercih ederek: ‘O zaman siz, Peygamberlerin hadislerinden çok çok uzaksınız.’ diyordu. Ona yardımcı olan bir diğeri de arkadan: ‘Muhalefet edenler camiden çıktı’ diyerek destek veriyor; önde olan erkek: ‘Gel işte buyur buyur!’ diyerek destekten hoşnutluğunu ifade ediyordu. Diğerleri de durumu seyrediyorlardı. Genç hanım, kendisinin Marmara İlahiyat mezunu olduğunu, hadisleri kendilerinden daha iyi bildiğini ifadeye çalışsa da beyefendi: ‘1500 tane ilahiyat bitirse de kendisinin gözünde hava olduğunu’ tekrar tekrar söylüyordu. Genç hanımın: ‘Siz; kadınlar camiye giremez, diyemezsiniz!’ itirazına öndeki erkek: ‘Peygamberin hadisi var, kadının camisi evi. Aç İmam Buhari’yi, Tirmizi’yi oku. İlahiyat okuyormuş hıh!’ cevabını veriyordu. Bu adam, sanki herkesin onun gözünde bir değer kazanma isteği varmış gibi kendini din adına yargıç makamında görerek: ‘Sen benim gözümde havasın hava’ diyordu. Oradaki yetişkin hanım, onlarla tartışan genç hanımı koluna girip götürürken Marmara İlahiyatlı olduğunu söyleyen bu hanım: ‘Kadınlar camiye giremez, kadınlar onu yapamaz, kadınlar bunu yapamaz, siz kimsiniz ya? Biz niye camide namaz kılamıyoruz! Yok, kadın evinde kılacakmış! La ilahe illallah!’ diyerek tahammülünü aşan bu duruma itiraz sesini yükseltiyordu.’
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 20.04.2021
Bu topraklar üzerinde yaşayanların birbiriyle konuşup anlaştığı ortak dil Türkçedir. Dildeki sağlamlık, zenginlik ve güzellik, dil aracılığıyla oluşan her durumun daha güçlü ve görkemli olmasını sağlar. Medeniyetleri oluşturan temel öğe dindir ve bu temelin binası da dille oluşur. İşte bu yüzden dil, kültür ve medeniyetin hem yapıcısı hem de yapı taşıdır. Yine bu nedenle dil, insanların anlaşabilmesini sağlayan görünmez bağların en önemlisi ve en güçlüsüdür.
Dilin zenginliği ve güçlülüğü son derece önemlidir. Nasıl ki bir ülke üretemediği zorunlu gereksinimlerini dışarıdan almak durumunda kalırsa dilde de varlık ve anlamlar için gerekli sözcükler türetilmediğinde yabancı sözcükler hızla dile girer. Bu sorumsuzluğun sonucu olarak geçmişte Arapça ve Farsçadan, Tanzimat’tan sonra Fransızcadan, 2. Dünya Savaşından sonra İngilizceden dilimize pek çok sözcük girmiştir.
Dil konusundaki bilinçsizlik nedeniyle tarih seyri içerisinde önemli eserler veren pek çok kişi Türk olmasına rağmen yazdıkları eserleri başka dillerle yazmışlardır. Bu nedenle bugün başka milletler onların eserlerini kendi dilleriyle okurken biz bu eserleri ancak dilimize çevrildikten sonra okuyabilmekteyiz. Ancak çeviri, hiçbir zaman bir eserin yazıldığı dilin yerini tutamaz;
özellikle de edebi eserlerde… Bu eserlere: Zemahşeri’nin Keşşaf’ı; Mevlana’nın Mesnevi’si, Ebussud Efendi’nin Tefsiri; Maturidi’nin Tefsiri, Fuzulî ve Şeriyar gibi büyük şairlerin bazı şiirleri örnek verilebilir. Bu durum, o dönemde kabul edilen: ‘İlim dili Arapça, edebiyat dili Farsçadır.’ düşüncesinin sonucudur. Bugün ‘İlmi kitaplarınızı Arapça, şiirlerinizi de Farsça yazmalısınız.’ denilse bu görüş kimse tarafından ciddiye alınmayacaktır. Çünkü o dönemde de bu yöneliş, ‘siyasi etkenler’ sonucu ortaya çıkmış bir durumdu. Bize göre yanlış olan bu yöneliş, o dönemde o düzeye ulaşmış ki Samaniler döneminde 350/961 yılından 366/976’ya kadar yönetimde olan Türk hakan Ebu Salih Mansur b. Nuh es-Samani dahi Taberi’nin Camiu’l-Beyan adlı tefsirini özetleterek çevirtmek istediğinde, kendisinin ve toplumun dili olan Türkçeye değil de Farsçaya çevirtmiştir.
Geçmeyen ağrılar var, gelip göğse kurulan
Bitmeyen acılar var, gün doğmasını uman
Görünmez gözyaşları damlarken umutlara
Elbet bir şey değişmez bugünden yarınlara
Tüm çıkış yollarımı kapatan çıkmazlar var
Kırılan kolum değil omuz başlarım sızlar
Neden bunca yorgunluk, dolap beygiri gibi
Yol aldırmaz bir gidiş, ne ileri ne geri
Yani tükenmez kibrin tapınma davasında
Ne demek istiyorum, anlıyorsun aslında…
Sözüm şu: Herkes geldi tam ölecek yaşına
Herkesin kıyameti kopar kendi başına
İnsan bekler evrenin düzeni alt üst olsun
Bekler diktiği lale, karanfil, zambak solsun
Sana ne, sen ölünce evrende olacaktan
Kalkıp bakacak mısın topraktaki kucaktan.
Kimi düzgün kimi de azgınca yaşamıştır
Dünyayı alt üst eden kim unutulmamıştır?
Ötelerden ne haber verilmiştir beriye?
Baktın mı, gidenlerden ne kalmıştır geriye?
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 02.04.2021
TOPLUMSAL GENLERİMİZ
İnanç denilen soyut durum eylemlerle görünür. Ancak tarihin her döneminde, kendilerini bir inanca nispet ettikleri halde, o inançla ilgili eylemsizlikleri nedeniyle sahip olduklarını iddia ettikleri inanç ilkelerinin çok uzağında yaşayan kişiler çok görülmüştür. Oysaki bir inanç sahibi olmak için inancın gerektirdiği eylem ve inanç için gereken eylem, canlı kalmak için zorunlu olan oksijen gibidir. Yani inancın yaşayabilmesi, inancın gerektirdiği eylemlere doğrudan bağlıdır.
Bu satırlarda, görmekle, dinlemekle, bilmekle mutlu olduğum, pek az kimsenin fark ettiği, toplumumuzun içindeki soylu bir damardan söz etmek istiyorum. Milletimizin varlığını sürdürmesini sağlayan ‘somut ve soyut’ genleriyle yüzyıllardır içeriden ve dışarıdan yorulmadan oynandığı halde, toplumumuzun millet olarak kalabilmesinin nedeni, işte burada işaret edeceğim soylu damarlardır. Bunlar, toplumu ifsat amacına yönelik araştırmacıların görüntüleme cihazlarında görülemeyen kılcal damarlar gibidirler. Onlar bu toplumun yükünü taşıyan görünmez kahramanlaradır. O damarın geçmişten bugüne nasıl geldiğini ve hâlâ nasıl canlı olduğunu, -pek çok konuda örneklemek mümkün olduğu halde- insanlıkla yaşıt bir kurum olan ‘EVLİLİK’ üzerinden örneklemek istiyorum: