Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 07.08.2021
Ülkemizde her ne zaman önemli bir sorun ortaya çıksa bir anda insanlar anlaşılmaz bir biçimde ikiye ayrılıyor. Bir kısmı sadece o önemli sorunla ilgili yetersizliklerden söz ederken bir kısmı da eksikleri görmeyip sadece yapılanları anlatıyor. Bu neden böyledir? Böyle mi olmalıdır?
Hakkıyla vakıf olmadığı, aynel yakîn bilmediği durumlar için genel siyasi yönelişinin çıkarına uygun sözler söylemek şahsiyetli/erdemli insana yakışan durum değildir. Doğru soru doğru zamanda sorulur ve doğru sorun doğru biçimde gündeme getirilirse anlamlı olur. Yoksa sorunların ortasında, herkesin ciğeri yanarken allamelik taslayan kişiye, insan ancak ‘Bi sus ya, bi sus artık!’ diyebilir.
Uzun bir süredir ülkemizde; deprem, sel, yangın gibi doğal afet olarak nitelenen sorunlarla yüz yüze kaldık. Böyle büyük afetler, yerleşim yerlerinin yanlış seçilmesinden, sıcak bölgelere dikilen ağacın cinsinin -yangın riskine karşı- yanlışlığına ve altyapı çalışmalarının yetersizliğine kadar her durumu sorgulamayı da gerektirir. Ancak bu sorgulama iyi niyetle ve uygun zamanda yapılmalıdır. Elbette yaşamakta olduğumuz ve sorgulanması gereken tüm sorunlar, bundan sonrası için daha ciddi, daha etkili, yaptırımı olan tedbirler almaya ve en baştan itibaren planlı davranmaya da neden olmalıdır.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 02.08.2021
‘… İnsanlar içinde kimileri de vardır ki Allah’a şartlı olarak kulluk eder, öyle ki kendisine bir iyilik denk gelirse bundan pek mutlu olur ama başına bir imtihan sıkıntısı gelse hemen yüz çevirir. Böyleleri dünyasını da ahiretini de yitirmiştir; apaçık mutsuzluk işte budur!’ (Hac 22/11). Razi bunları ‘Ganimet bulduğunda sebat eden, bulunmadığında ise firar eden askere benzetir(*).
Böyle kimseler gerçekte, dinini satıp dünyayı almak isterler ancak sonuç olarak ikisine de ulaşamazlar. Dinini, dünya için satanlar ancak bir serabı satın almış olurlar. Çünkü ömrü sınırlı her kişi için dünya ancak bir seraptır; insanlar, tam ‘Ulaştım, kavuştum!’ dediği anda, dünya uykusundan yeni bir yaşama uyanırlar.
Şartlı kullukta çoğu kişiler, Yaratıcının, içinde yüzdükleri var olma ve yaşama imkânını sunan iyilik ve bolluk denizinin bilincinde olmayıp: ‘Bana şunu verirse, şunu yaparsa, şöyle olursa Allah’tan hoşnut olurum; yoksa hoşnutsuz olur, sürekli mızmızlanır, kendimi de çevremi de mutsuz ederim.’ anlayışı içindedirler. Bu yanlış tutum, içten ve gerçek bir ahiret inancı bulunmayanlarda, cenneti dünyada istemek anlayışından kaynaklanır.
Bu konuyu, ülkemizdeki ‘dine yaklaşım ve yaşama’ konusundaki bir algıyı dile getirmek için gündeme aldım. Din, insanı erdemli kılan, temiz ve doğru bir yaşam için Yaratıcının belirlediği ilkeler bütünüdür. Dileyen benimser ve yaşar, dileyen benimsemez ve yaşamaz.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 29.07.2021
1. BÖLÜM: Türkçenin Durumu
Bir toplumun gücü dilinden, dilin gücü de kavram zenginliğinden anlaşılabilir. Türkçenin gücü de sözcük türetme yeteneği, sözcük zenginliği ve edebiyatın doruğu sayılan güçlü şiirlerinden anlaşılabilir. Türk dilinin edebi gücünü; kulakla birlikte yüreğe ulaşan, sözleri kişiyi bilgeliğin doruklarında dolaştıran, derin anlamları gönül gergefini ince ince işleyen, esintileri yüreğe erdem tohumları saçan koşmalar, türküler, atasözleri, deyimler, bilmeceler, tekerlemeler vb. kanıtlamak için yeterlidir. Türkçe edebi alanda güçlü olduğu gibi; hukuk, tıp, felsefe başta olmak üzere tüm bilim dallarında da gerekli kavramları üretecek güçtedir.
İnsanlar bulundukları konuma, ilgi ve bilgilerine göre en önemli durum ve sorunu belirlerler. Eğitimciler içinse en önemli sorun yetersiz-yanlış eğitim ve bu eğitimden çıkmış kişilerdir. Zaman zaman herkesin şikâyet ederek söz ettiği 250-300 sözcük ile konuşan diplomalı kişilerden söz etmekteyiz. Kendi dilini doğru düzgün bilmediği için konuşurken sürekli ‘ııı’layan, ‘yani’ diyerek nasıl anlatacağını bilemeyen, ‘demek istiyorum ki’ diyerek kendi sözünü yanlış anlaşılma korkusuyla açıklamaya çalışan, daha da sıkışırsa başkası konuştukça ‘aynen’ diyerek düşüncelerini kendi sözleriyle anlatmak istemeyen kişilerden söz etmekteyiz.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 20.07.2021
Kurban Bayramının dördüncü günü, köyde bulunan birkaç aile büyüğünü ziyarete gidecektik. Hazırlandık, çıktık; köye geldik. Çoğu çok yaşlı olan epece kişiyi ziyaret ettik. Oğulları, kızları evlenmiş gitmiş, kimi başka kentlerde kimi başka ülkelerde yaşıyorlarmış.
Bunlardan kurban kesen de olmuştu, kesmeyen de. Kimi yoksulluktan kimi de etle uğraşacak gücü olmadığından kesmemiş, kurbanını bildiği yoksul bir aileye bağışlamıştı. Bilmediğim kişilerin evlerine girip çıkmaktan, hep aynı sözleri tekrar etmekten yorulmuştum. Kendim için bu ziyaretleri hiç de anlamlı bulmuyordum.
Sonuncu ev dediler bir eve daha girerken. Dokunsan yıkılacakmış gibi duran bahçe duvarına dayanmış iğreti tahta kapıyı kenara çekti en önde gidenlerden biri. Duvarın ilerisinde duran yüksek, siyah rengi güneşte ışıldayan bir araba da dikkatleri hemen çekmişti. Aileden biri: ‘Hasan mı gelmiş ki?’ dedi. Bir başkası: ‘Bilmem ki!’ diye cevap verdi.
Evine geldiğimiz yaşlı teyzenin tüm öyküsünü, bahçe kapısının önünden bahçenin en gerisinde duran eski odaya varana dek öğrenmiştim. Esme teyze, iki kız bir erkek çocukla dul kalmış. Kocasını vurmuşlar ancak katili bulunamamış. Eşinden kısa süre sonra kaynana ve kayınbabası da ölmüşler.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 16.07.2021
BANA ANNEM SİZİN KADAR KARIŞMIYOR!
Okuldaki yönetim ve dersine giren tüm öğretmenlerinin uyarılarına rağmen Lina öğrenciler için geçerli kuralların hiçbirisine uymak istemiyor, bu nedenle de sürekli uyarı alıyordu. Sınavların yapıldığı günlerden birinde uygunsuz davranış, oturuş, duruş, giyinişi nedeniyle sınavı yapacak öğretmen onu uyardı. Can sıkıntısıyla yüzünü ekşitip öğretmenin uyarısıyla sınav kâğıdının önünü kapatan çantayı bir hışımla alıp yanındaki boş sıraya koyarken şöyle dedi: ‘Hocam, bana annem sizin kadar karışmıyor.’
Sınav bitti, sınav kâğıtlarını dersin öğretmenine teslim eden yılların deneyim ve birikimine sahip Türkan öğretmen, çantasından çıkardığı not defterine şunları yazdı:
‘Sevgili anneler-balalar! Bilmem ki siz ne yapıyorsunuz? Neden çocuklarınızın eğitimi ve terbiyesiyle ilgilenmiyorsunuz? Bilin ki sizin vermediğiniz eğitim ve terbiyeyi biz öğretmenler veremiyoruz. Sonra da toplum olarak hep birlikte ‘Bu edepsiz-terbiyesiz nesil nerden çıktı?’ diye sızlanıyoruz.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 07.07.2021
Dünyadaki her ülke, eğitim-öğretim sürecinde kendi toplumunun kültür aktarımını yapmaya çalışır. Bu aktarım, ‘din, dil, edebiyat, tarih, müzik, spor’ başta olmak üzere her alanı kapsar. Bu bağlamda Türkçe ve Türk Dili-Edebiyatı eğitim-öğretimini ele almak istiyorum.
Türkçe Eğitim-Öğretimde Kavram Sorunu:
Eğitim-öğretimi yapılan her bilim dalı için öncelikle gerekli olan o bilim dalının kavramlarıdır. Çünkü bilim ancak anlamları belirlenmiş veya bilinen kavramlar üzerine yapılabilir. Bu nedenle dilin kavramlar açısından zenginliği ve güçlülüğü son derece önemlidir. Başka dillerden ödünç alınan kavramlarla yapılan çalışmalar, alanın başkasına ait olduğunu her durumda ortaya koyar. Çünkü böyle kavramların kullanıldığı süreçte ilgili kişiler, sürekli o kavramların köklerini, o yabancı dildeki anlamlarını açıklamak zorundadırlar. Oysa bilim, kavram öğretimi değil, kavramların bilinmesinden sonraki süreçtir. İşte bu yanlış nedeniyle eğitim-öğretim çalışmalarımız bilim değil, bilimsel sürecin bir önceki dönemi olmak zorunda kalıyor.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 26.06.2021
YAŞAYARAK ANLAMAK
İşten çıkar, çevredeki oturulabilecek yerlere doğru yavaş yavaş giderlerdi tüm meslektaşları. Oysa beklenen davranış, işin yorgunluğunu atmak için herkesin kendi evine doğru gitmesiydi. Gitmezlerdi.
Hep merak etmişti, böyle kişilerin neden evlerine gitmeyip sağda solda oyalanmalarının nedenini. Şu anda ise şöyle dua ediyordu: Rabbim! Merak ettiğim her durumu bana yaşatarak öğretme… Çok yoruldum çok… Ve ben kendime gidecek bir yer de bulamıyorum. Yutkunarak bastırdığı duygularını sanki bakışlarından okuyacaklarmış gibi kaygılar içinde, sanki adımları daha çok geri geri gider gibi eve doğru yürüyordu.
KARINCA YÜRÜYÜŞÜ
Yürüyordu karınca ağır ağır, sonunda yuvasına geldi, oturdu bir köşeye. Baktı sağa sola, yavrularına, her köşesine emek verdiği yuvasına… Çok yorgundu, gözlerini yumdu. Dinlenmeye kendine gelmeye çalışken sırtındaki yükten zorlanıp yolda düştüğünde kendisine sorulan soru geldi aklına.
Her yeri sis doldurdu, görünmez direkleri
Kapladı gönülleri, korkusuz yürekleri…
Bekledi herkes bu sis bir sebeple gidecek
Çıkacak bir esinti hepsini götürecek.
‘Gitsin!’ dedi insanlar ‘Bu sis, gitsin, gelmesin
Uzak dursun bizlerden tanımasın, bilmesin
İster dağ ister çöle ister göklere gitsin
İster yedi kat yerin derinlerine insin
Bizi boğan bu körlük bitsin artık yetişir!’
Demişlerse de sisler bir yere gitmemiştir.
Üstünden nice yıllar gelip geçti, sis durdu
Yaşanan bu körlükte nice kuşaklar doğdu
Başka hali nasıldır bilmediler dünyanın
Sandılar hep böyleydi akışı tüm zamanın.
Dediler ki büyükler: ‘Biz eskiden bakınca
Zorlanmadan görürdük uzakları yakınca
Birdi bize yerlerin gün değmez ıssızları
Gece göğü dolduran o parlak yıldızları’
Güldü gençler dediler: ‘Ne oluyor bunlara
Başladı şu büyükler o eski masallara
Gerçekçi olmuyorlar, nedendir bilemedik
Kaç kere ‘Bu masalı bırakın artık!’ dedik
Eskiden şu şöyleymiş, eskiden bu böyleymiş
Nasıl bir eskiyse bu güya her şey güzelmiş.
Değil sade yanına vardıkları ağacı
Görüyorlarmış güya bakınca tüm ormanı
Hani bunun kanıtı, tabii ki inanmadık
Olmayacak düşlerin peşinde uyanmadık.’