Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 04.11.2021
Değerli kardeşim T., birlikte yediğimiz yemek, içtiğimiz çay hatırına, buraya yazdıklarımı, bana söz ettiğin arkadaşına gönder; benim gibilerin durumunu kaleme aldığı bir yazı yazsın da bizim aldanış öykümüzü başkaları yaşamasın.
‘Hanımefendi! Beni tanımıyorsunuz biliyorum; hakkımda öğrenmek istediğiniz her şeyi ortak arkadaşımız T., size yazıp gönderdiklerime ve sizden ne istediğime ek olarak anlatacaktır. Beni anlayacağınızı umuyorum. Sizden çok şey istemiyorum, suskun çığlığıma ses olun yeter!’
‘Ben her açıdan çok zor şartlarda liseyi okudum ve Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Bölümünü kazandım. O dönemde birkaç arkadaşımla birlikte başörtüsü kullanma kararı aldık. Tabii bu karar ne demekti o zamanlar, bunu şimdi açıklamak gerçekten zor; çünkü başörtüsü tüm hayatı baştan aşağı değiştirmenin adıydı. Bu kararı aldıktan sonra tüm hayatımızı yeni baştan düzenlememiz gerekiyordu. Çünkü artık -pek de bilmediğimiz- dinimiz İslam’ı temsil konumundaydık ve bu çok şerefli bir konumdu. Hep birlikte kitaplar alıyor, okuyor, okuyorduk. Kapak adı ‘İslam’da bilmem ne?’ olan kitaplar yayımlanıyordu mantar gibi ardı ardına ve ben de hepsini bulup, alıp okuyordum. Bir süre sonra İslam’ı iyi öğrenmek adına daha temel kaynakları okumaya başladım. Okumaya olan sevgim ve var olan okuma alışkanlığım, ciltlerce temel kaynakları okumamı da kolaylaştırıyordu.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 26.10.2021
Sürekli aynı ortamda, aynı veya benzer kişilerle birlikte olmak bir süre sonra kişilerin çevresiyle aynılaşmasına ve körleşmesine neden olmaktadır. Ortak sevgiler gibi ortak nefretler de insanları birbirine yaklaştırır, bir arada tutar. Bu nedenle bir topluluk oluşturmak isteyen kişiler zaman zaman nefret unsurlarını, birlikteliğin dolgu malzemesi olarak kullanırlar. Ancak bu yöneliş, sağlam bir birliktelik nedeni değildir. Çünkü sevgi ve nefretin her ikisi de körleşmeye neden olan iki önemli duygudur.
2021 yılının sonlarına yaklaşırken ülkemiz, sevgi ve nefret kutuplarının sertleştiği bir zaman diliminin soğukluğunu yaşıyor. Yaşanan nefret de kör, sevgi de. Nefretin getirdiği körlük belli oranda anlaşılabilir. Ancak hiçbirimiz, sevginin hepimize yaşattığı körlüğün acı bedelinin ve sonuçlarının farkında değiliz. Oysa sevdiklerimiz de herkes kadar yanlış yapıyor olabilir hatta herkesten daha çok. Bunun olabileceğini düşünmek, görmek, kabul etmek gerekmez mi? Duygu ve düşünce dengesine sahip kimseler olabilmek için ister sevdiklerimizin ister sevmediklerimizin yanlışlarını görürken yaptıkları güzel işleri de yok saymamalıyız. Eleştiri ve övgülerimiz bu anlamda bir dengeye sahip olmalıdır.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 13.10.2021
Toplumsal yaşamın her alanındaki birliktelikler öncelikle ortak amaçlar üzerine kurulur. Ancak oluşturulan birlikteliklerin dağılmaması için ortak düşman ve düşmanlıklar da gerekli görülür. Bu durum iç siyasette olduğu gibi dış siyasette de böyledir.
Buna Sovyet Rusya’nın yıkılışıyla ‘amaç ve düşman’ yokluğuna düşen NATO VE AB’nin yeni düşman arayışını örnek verebiliriz. İngiliz eski başbakanlarından Margaret Thatcher, 1990 yılında İskoçya’da yapılan NATO toplantısında -herkesin bildiği- şu sözleri söylemişti: “Sovyetler Birliği yıkılmıştır, karşımızda düşman kalmamıştır. Ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya ise gerek yok; yeni düşmanımız İslam’dır”. Böylece Sovyet sosyalizminin yayılmacılığına karşı oluşturulan birliktelikler ve kuruluşlar, dağılıp çözülmemek için ortak ve kendilerince anlamlı bir düşman bulmuş oluyorlardı. Bu da esasında yüzyıllardır olduğu gibi 1. Dünya Savaşında tam anlamıyla ortaya koydukları ancak yaşadıkları 2. Dünya Savaşının ağır sonuçları nedeniyle yeniden açıkça ortaya koymayı erteledikleri, tarihî genlerinde kodları bulunan eski İslam düşmanlığıdır.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 01.10.2021
EMRULLAH BEYİN KABUK DEĞİŞİMİ
40 yaşına girmişti. Uzun süre düşündükten sonra bazı sonuçlara ulaştı. O günden sonra ön tarafı dökülmüş saçlarına ve çenesinin iki tarafı biraz ağarmış sakalına uzun bir süre dokunmadı. Belli bir uzunluğa gelince yeni bir berbere gitti ve istediği tarifi verdi. Berber ensedeki saçlarının bir kısmını kısa kesti üstte kalanların boyunu düzeltip Emrullah Bey’in getirdiği lastik tokayla saçlarını topladı ve ince kıvrım tel tacı da taktı. Sakalını bıyık ve çene altını bırakarak keçisakalı veya top sakala denilen bir şekilde kestirdi. Oradan çıkınca az ilerideki kuyumcuya gitti, sağ kulağına iki delik açtırıp birine parlayan diğerine metal iki minik top küpe taktırdı; sol kulağına tek delip açtırıp ona da bir halka küpe taktırdı. Çıktı, diz altına uzanan bir şort ve onun altına giyebileceği bir ayakkabı aldı ve son olarak her modelde başörtüsü satan bir eşarp mağazasına girdi ve tezgâhın gerisindeki kadına: ‘Fular var mı?’ dedi. Tezgâha konulan fularlardan farklı renkte ve modelde birkaç tane alarak evine döndü.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 20.09.2021
(Yazı uzundur, önemli işleri olanlar ve okurken yorulacak olanlar lütfen okumaya başlamasın.)
Öğle arası olmuş, öğrenciler dışarı çıkarken öğretmenler de kendi odalarına doğru gidiyorlardı. Okulun edebiyat öğretmenlerinden Ayten Hanım, öğrencilere okunmasını yararlı gördüğü kitap önerirken dersten çıkışı gecikmişti. Öğretmenler odasına girdiğinde, neredeyse herkes birer çayla öğle yemeğini yemeye başlamışken hararetli bir konuşmanın başladığını görmüştü. O da geçti çayını yiyeceğini alıp masanın ilerisine doğru oturdu. Konu genellikle olduğu gibi öğrenciler ve sınıfların durumuydu.
Tarih öğretmeni Yıldız Hanım: Arap okulunda gibiyim. Sınıflarda 3, 4 Türk; 20 küsur yabancı. Konuşma, okuma, yazma hiçbir şey yok. Salgınla 11, 12 olmuşlar, dil bilmiyor, okuyamıyor, anlamıyor, anlatamıyor, dersi nasıl işleyeceksin.
Fizik öğretmeni Yeşim Hanım: Ben anlamadım ne oldu böyle üç beş yılda tüm sınıflarda 3, 4 Türk var, gerisi yabancı.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 31.08.2021
Tabii ki demir! :) Bu soru insanlara özellikle de çocuklara dalgınken sorulduğunda, verilen cevap çoğu kere bu oluyor. Çünkü demir, ağırlığıyla belirginleşmiş bir maddedir. Bu bağlamda söz etmek istediğim bir konu var.
Herkes gibi ben de yıllardır insanlarla birlikte yaşıyorum. Geniş ailem, öğrencilerim, dost ve arkadaşlarım hatta yalnızca birkaç gün, birkaç saat birlikte olduğum insanların benimle paylaştıklarından bana kalan çok şey oldu. Önceleri: ‘İlk defa gördüğüm bir insan bana neden kendisiyle ilgili bu kadar özel bir konudan söz ediyor? Ben böyle konuları başkalarıyla paylaşamam.’ dedimse de sonraki yıllarda ben de alıştım insanların benimle en özel konularını en açık biçimde paylaşmalarına. Çoğu kez benden birkaç cümle bekliyorlardı, bazen de dinlenmeyi, anlaşılmayı ya da haklı mı haksız mı oldukları konusuna bir başka gözle bakılmasını istiyorlardı. Tabii hepsinden önce bir de sır tutan bir ağız bekliyorlardı.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 22.08.2021
Aylarca süren 28 Şubat davasında, ben de ‘müdahil-müşteki’ olarak uygun oldukça aylarca ifade veren darbeci subayları dinlemeye gittim. Onları anlamak istiyordum, nasıl olur da bir milletin askeri kurumu, kendi milletine -bugün Postmodern 28 Şubat Darbesi’ olarak adlandırılan- bu kadar büyük bir zulmü yapabilirdi? Bir cevap buldum mu? Buldum tabi. Kişi kendisini, kendi milletinden ayrı görürse milletine cephe alıp her türlü kötülüğü yapabilirmiş. Tıpkı mankurtlar gibi. Tıpkı, aç kedinin açlıktan yavrusunu yemeye karar verdiğinde onları fare görmeye başlaması gibi.
Subayların ifade vermesi bittikten sonra sıra siyasilere geldi, onları da mümkün oldukça dinledim. İfade verenlere sorulan son soru şuydu: Bu bir darbe midir? Siyasilerin bir kısmı, yeni konumuna uygun konuştu. Evet, bu soruya, oradaki herkes kendisine yakışan bir cevap verdi.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 19.08.2021
Ara ara depreşen -doğu ya da batı ülkelerine- yabancı hayranlığı, şu sıralarda da dil konusunda hortlamış durumda. Bu şaşkın kimseler, yabancı yerine de çalışıyor, öğrendikleri dilin ne kadar zengin olduğunu, yazarak çizerek kanıtlamaya çalışıyorlar.
Bu iletilerden pek çok kimsenin telefonunda dolaşan ve kullandığımız Arapça sözcükleri koyulaştırarak gösteren bir tanesi bana da geldi. Bunları ben de okudum ve bu düşünceye üzülerek gülümsedim. Bu hastalıklı yabancı hayranlığı o düzeye ulaşmış ki iletinin sonunda şöyle denilip Türkçe kullananlar olarak ne kadar çözümsüz olduğumuz anlatılmaya çalışılmış: ‘Şey, olmasa şey bile diyemezdik.’