Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 01.07.2025
- Ernest, artık seninle daha açık konuşmamız gerekiyor. Ben senin adının kimlik kartında ‘Doğan’ olduğunu, babanın ve annenin savaş yıllarında Avusturya’dan kaçıp ülkemize geldiklerini, gelince de ‘Türk adları alarak Türkçe konuşma’ kararı veren büyüklerinizin talimatına uyduklarını biliyorum.
Ernest kalktı, arkasındaki kitaplıktan aldığı eski bir kutuyu açtı. İçinden sararmış fotoğraflar, bir pasaport, birkaç mektup ve bir de defter çıkardı. Masanın üzerine yavaşça serdi hepsini.
- Evet, gerçek bildiğiniz gibi, dedi sesi titreyerek. İnsan bazen karşısındakinin yaşını yüzünden değil, sesindeki hüzünden anlar ya, öyle bir andı. Gözlerinde çocuklukla yaşlılık arasında sıkışıp kalmış bir bakış vardı. Konuşmasını sürdürdü:
- Babam, Nazilerden kaçmış bir Yahudi, annem bir Alman. Savaşın içine doğmuş ikisi de. Evimizde, bu konular hiç konuşulmazdı. O sıkıntılı yıllarda annem babama sığınmış, babam sığınacak yer olarak Türkiye’yi bulmuş.
Kısa bir sessizlik oldu. Defterin sayfasına dokundu.
- Babam hep derdi ki: ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, burada iş güç sahibi oldum. Fakat ne zaman unutmak istediğim geçmişimden bir şeyler anlatmaya kalksam, geçmişin karanlık suskunluğu boğazımı sıkıyor. Çünkü bazı şeyler gerçekten de anlatılamaz sadece yaşanırmış.’ Şimdi şu anda ben de ilk kez kendi gerçeğimden söz etmeye yakınım. Çünkü siz bana bir yer gösterdiniz, Gazze’yi. Ve Gazze bana, kendi geçmişimi yeniden anlattı.
Ayten DURMUŞ
Çakal kondu kurt yurduna
Gönlüm kırık bu ellere.
İçimde sessiz fırtına
Dökülsün artık dillere.
Çamurum ateşte pişmiş
Torpil-rüşvet ince işmiş
Meğer devir çok değişmiş
Bülbül konmazmış güllere.
Her yoğurttan yandı dilim
Adam kayırma bir ilim (!)
Bu halden razı değilim
Tûtî ne desin lâllere.
Boyun büktü çınarlarım
Kurutuldu pınarlarım
Ses vermiyor duvarlarım
Öfkemi yükle yellere.
Yüz çevirme dostun olan
Gece-gündüz hatır soran
‘Yolculuk var’ deyip duran
Saçlarımda ak tellere.
Bakma çöküp kaldığıma
Bin verip bir aldığıma
Kendimden saklandığıma
Hala közüm ben küllere.
Duanın menzili nere
Sesim ulaşmaz göklere
Çıldırdım da ben kaç kere
Kendimi attım sellere.
Zalimler sırtımdan insin!
‘Paryalık’ yazgım silinsin!
Sessiz isyanım bilinsin!
Neden atıldım çöllere?
Neden atıldım çöllere?
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 20.06.2025
Geçen gece karşıma bir video çıktı. Bir baba, enkaz altındaki çocuğunun ayaklarını tutuyordu. Kızının sadece ayakları dışarıda kalmıştı. Ağlamıyordu, gülmüyordu, sadece oradaydı. O anda Gazze bana sadece bir yer değil, bir çığlık oldu. Ve ben o çığlığı duydum. O günden beri içimde susturamadığım bir ses var. Her okuduğum haberde, her gördüğüm çocukta o sesi duyuyorum. Dedesinin kucağında bir başka çocuk gördüm yine bir haberde, adı Rim. Vurulmuş bir ceylan. Sanki Rim’in: “Beni unutma.” dediğini duyuyorum. İşte bu yüzden yazıyorum. Yazmazsam unutacağım, unutursam ihanet edeceğim. Benim de dedem, sık sık çocukken bana: "Allah seni her türlü kötülükten, kötülerden korusun" diye dua ederdi. O da Rim’in dedesi gibi dosdoğru ve tertemiz bir kişi olarak, belleğimde derin izler bırakarak yaşadı, göçüp gitti. Yalanı ve ihaneti hiç sevmezdi. O nedenle ben de Gazze’ye asla ihanet etmeyeceğim.
Vicdanı olan biri, dünyanın bir ucundaki acıyı kendi içinde hisseder. Yazan ise acıya ortak olur. Acıyı unutturmamak için yazan ise direnişe katılır. Biz, kelimeleri nurdan birer mermi gibi kullanmalıyız. Nurdan mermilerimiz ulaştığı yerde kim varsa onu uyandırmalı. Ernest, yazmanın bir kısmı yazdıkça kişiyi rahatlatan yazılardır; diğeri ise yazdıkça yaraları kanatan, öfkeyi bileyen, uyuyacak olanı uyutmayan, oturanı kaldıran, ayaktakini koşturan yazılardır. Bizim yazılarımız Ernest, bizi rahatlatıyorsa yazmamız amacına erişmemiştir.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 06.06.2025
Gazze savaşı, bedenimizden narkozsuz uzuv koparma işlemi durumuna geldi Ernest. Daha ne kadar bekleyecek Müslüman olduğu iddiasında olanlar? İddia ispat istemez mi? Daha neyi bekleyecek Müslümanlar, bıçak şah damarımıza dayanmışken, münafıklarla zalimlerin kurtarıcılığını mı? Bu düzeyde ezikliğin, zavallılığın sebebi nedir? Bu iş İslam dünyasının kadınlarına mı kaldı yoksa? Kendisine bu koşullarda cihat farz olanlar, helalleşerek kefenini giyip öne düşmesi gerekenler nerede, ne zaman ortaya çıkıp üstlerine düşeni yapacaklar?
Herkesin yapılacak işi bilip kimsenin gerçek anlamda gerekeni yapmadığı durumlarda, ortaya Gazze çıkar. Biz de Kaşgar için, Keşmir için, Kırım için yakmadığımız ağıtlarımızı Gazze diye yakıyoruz Ernest. Tıpkı, iki oğlunu daha yitiren Yakub’un bu haberi alınca ‘Ah Yusuf!’ (12/84) diye ağlaması gibi. Zalimlerin Gazze karşısındaki tüm sözleri ise babasını annesini öldürdükleri çocuğa 'Ağlama' demelerine benziyor. Dünya Gazze’ye ve bize yalnızca ‘Ağlama!’ diyor Ernest, ‘Ağlama gözlerim Mevla’m kerimdir.’ (A.E. Çiçek) diyenin çaresizliğini yaşıyorum.
Sık sık ruhumun ve gönlümün çok yorulduğunu bazen tükendiğimi hissediyorum Ernest. Zihnim, parçalanmış Osmanlı ülkesi gibi. Kalbim koparılmış ‘yaşa’ deniliyor, gözüm oyulmuş ‘gör’ deniliyor, dilim koparılmış ‘konuş’ deniliyor, baş bedenden ayrılmış, bedenin her bir parçasına ‘sen başsın böyle de yaşayabilirsin’ deniliyor. Mideden, işkembeden baş olsa düşüncesi ne olur? Kendileri birleşirken bizi bölük pörçük etmeye çalışanların amaçlarını anlamak için olağanüstü bir zekâ da gerekmez ki!
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 31.05.2025
Güneş battıktan sonraki güneşsiz sıcak havanın ılık ılık yakmayan esintisi keşke yüzümüze vurduğu gibi gönlümüze de vursa. Gökyüzünü kaplayan bulutların yağıp yağmamaktaki kararsızlığı nedeniyle boğucu olmayan bir sıcaklığın bahar mevsimindeki tatlılığı gibidir ağlamak üzere olan bir bebeğin gülümseyişi.
Güneş batarken tüm günden başka olarak yoğun bir telaşa kapılan kuşların bu hızına akıl erdirmek mümkün değil. Neden güneş batarken böyle sağa sola hızlı hızlı dönüp dururlar. Acaba yuvalarını mı arıyorlar? Yoksa son bir telaşla eğer varsa yuvalarında kendilerini bekleyen yavruları için birkaç lokma daha yiyecek mi bulmaya çalışıyorlar? Belki de baharın gelişiyle doğa gibi onlar da içlerindeki hareketi dışa vuruyor. Bahar geldiği için olabilen en güzel yeşillerle süslenen ağaçlar, topraklar ve bunlarda açan çiçekler bana eski bir türküyü hatırlatıyor: ‘Al yeşil giyinmiş leyli leyli yar belli belli’. Bizim kültürümüzde Ernest, yeşil ve kırmızı -ki biz kırmızıya “al” deriz- mutluluğun renkleridir. O yüzden çok sayıda türkümüz de bu renklerden söz edilir. ‘Al yeşil giyinmiş nere gidersin?’, ‘Al yeşil giyinmiş anam geline bakın’, ‘Eskişehir üstünde al yeşil perde’ gibi sayısız türkümüz vardır. Bu renkler sadece türkülere değil, tarihimize de işlemiştir. İki bayrağımız vardır bizim: Biri “al”, diğeri “yeşil”. Al bayrak sevinç zamanlarında dalgalanır. Eskiden düğün başlayınca, “Bayrak kaldırdık” denilirdi. Cuma namazından sonra cemaat düğüne davet edilir, camideki al bayrak alınır, düğün evinin damına dikilir, düğün boyunca da orada kalırdı.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 26.05.2025
KÂBUS SONRASI ACI GÜLÜMSEYİŞ
Hayırdır inşallah! Bismillah, diyerek başlamanın rahatlığını yaşıyorum Ernest, sen bunu belki de hiç anlamayacaksın. Yollar beni mi götürecek gittiğim yere ya da ben giderken mi yollarım açılacak bilmiyorum. Ama kaldıramayacağımı düşündüğüm çok söz duydu şu kulağım ve kaldıramam sandığım o kadar çok tavrı, davranışı kaldırmak zorunda kaldım ki… Neden mi? O kadar çok neden vardı ki hangisini sayayım. Yutkunamadığım ne kadar çok büyük lokmalar geldi dizildi boğazıma, hangisini tercih etmeliydim? Yutmayı mı, yutamayıp boğazıma dizilmesini mi, çiğneyip çıkarmayı mı ya da yutup çıkarmayı mı?
Neyse! Neyse, güzel bir söz. Neyse! ‘Bir kez daha üstünü örtelim, bir kez daha duymayalım, bir kez daha görmeyelim, bir kez daha sabır denizini büyütelim de tuzu ciğerimizi daha az yaksın, bir kez daha gönlümüzü kavuran ne varsa hepsini beyin terimizle, göz, gönül, kalp, vicdan terimizle söndürelim’, demenin kısacasıdır ‘Neyse’! Yeniden: Neyse!
Yorulduğumu hissediyorum, çok yorulduğumu. Gidecek bir yerimin olmamasının kısır döngüsüyle hep dönüp duruyor, yürüyor ama hiçbir yere ulaşamıyorum. Yürüyor ama mesafe alamıyorum. Yürüyorum ama istediğim yere doğru değil, geniş bir daire üzerinde yürür gibi yürüyorum. Kaderim benzemesin ama sen de böyle yürüdün, biliyorum artık Ernest. Zehirli bir yemeği yiyerek karın doyurduğunu bilmenin nasıl bir hazzı olabilir ki? İstediğin pek çok şeye sahip olup hiçbir şeyi olmayan bir yoksul gibi çaresizliği iliklerine kadar hissetmenin acısı nasıl tarif edilebilir ki? Kaderim benzemesin ama sen de böyle yandın, biliyorum artık Ernest. Kanatları koparılmış bir kuş gibi olmanın acısını nasıl tarif edebilirim sana. Kartal gördüklerini kümesteki tavuklara anlatsa hangisi inanır ki? Hiçbiri değil mi? İşte bu çaresizliği yaşıyorum. Kaptanın gemisini kayalıklara bile isteye sürdüğü çaresizliği. Beni bana bırakmasan iyi olur Ernest, çektiğim acı boyumu aşalı çok oldu.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 11.05.2025
Günümüz insanı, her türlü teknolojik gelişme ve maddi imkânların artmasına rağmen kendisini mutsuz ve boşlukta hissetmektedir. Bu yazı, -önceki yazımızın devamı olarak- mutsuzluğa neden olan bazı durumları ve bunların çözümlerini ele almayı amaçlamaktadır.
Yaratılışın Amacını Unutmak: İnsan, yalnızca hayatta kalmak için yaratılmış değildir. “Ben kimim? Neden yaşıyorum? Neden ölüyorum? Ölümden sonra ne olacak?” sorularını kendisine sormadan yaşayan birey, aslında hayatı kaçırır. Buna benzer sorgulamalar, insanın kendisini bilmesi, bulması, yeterli ve doğru oranda tanıması ve kabul etmesi için gereklidir. Düşüncenin makamı olan kalp ve sevginin makamı olan gönül, insanın tüm yaşamını yönlendiren iki önemli yanıdır. Gönül neye ilgi duyarsa kalp ona yönelir. Kalp neye yönelirse akıl onun için çalışır. Akıl ne için çalışırsa yaşam da ona göre geçer. İşte bu nedenle gönlün sevgi sermayesini uğrunda tükettiği varlık ve olgular, kişinin bugününü ve yarınını, mutluluğunu ve mutsuzluğunu etkileyen en önemli durumdur. Geçici dünya hayatında mutluluk ve üzüntü nedenlerinin kalıcı olmadığını bilmek, yaşama yüklenen anlam açısından önemlidir.
Mutluluk Sorumluluğu Kime Ait: Kimse kimseyi mutlu etmekle yükümlü ya da yetkili değildir. Bizim toplumumuzda pek çok kişi kendisini ‘babası, annesi, arkadaşı, eşi vb. gibi’ bir başkasının mutlu etmesini bekler, ister. Bu çok ağır ve kişinin kendisinden başkasının sorumlu olmadığı bir yüktür. Çünkü mutluluk içeriden doğar, dışarıdan değil. Bunun için de kişinin kendisini iyi tanıması gereklidir. Her insan fıtratına uygun şekilde olaya, olguya, eşyaya bakış açısı geliştirir. Dahası yaşanan koşullar, zaman, yaş ve genel anlamıyla insan değişkendir; bugün mutlu olduğundan yarın usanabilir, bugün sevindiğine yarın ilgi göstermeyebilir, bugün özlediğinden yarın kaçabilir. İşte bu nedenle kişi kendisiyle ilgili her türlü sorumluluğu olduğu gibi mutluluk sorumluluğunu da kendisi üstlenmelidir.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 30.04.2025
1. BÖLÜM: GÜLÜMSEYEN YÜZLERDEKİ DERİN MUTSUZLUK
Mutluluk: Eski Türkçede “kut” sözüyle karşılanmaktaydı. ‘Mutlu’ sözcüğüyse Türkiye Türkçesindeki ‘umutlu’ sözcüğünden evrilmiştir. Önsesteki ‘u’ muhtemelen ‘kutlu’ sözcüğünden benzetme yoluyla düşürülmüştür. Mutluluk, bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşmaktan duyulan kıvanç durumu, ongunluk, kut” (TDK), bir istek ya da özlem yerine geldiğinde duyumsanan sevinçtir.
Mutsuzluk: Mutluluk duygusunun yokluğudur. Yorgun insanlar, kırgın yüzler, dalgın gözler, zorunluluktan gülümseyen dudaklar… Modern zamanların insanları, kayıp mutluluğun izinde ömür tüketmektedirler. Geçmiş çağlarda da insanlar türlü türlü zorluklar çektiler ancak hiçbir dönemde, bugünkü kadar çok imkân ve bu kadar derin boşluk içinde olmadılar. Yirminci yüzyılın sonlarından itibaren artan refah, dijitalleşme, bireyselleşme ve hız kültürü, pek çok açıdan hayatı kolaylaştırdıkça insanlarda paradoksal bir biçimde ‘yalnızlık, güvensizlik, kaygı, tatminsizlik’ duygularını da yoğunlaştırdı; daha önce benzeri görülmeyen ve giderek sessiz bir salgın halinde derinleşen ruhsal bir kriz ortaya çıkardı: Modern mutsuzluk. Modern mutsuzluk, insanların içine yerleşen, ne olduğu tam tarif edilemeyen bir yoksunluk duygusudur. İnsanların çok şeyi olsa bile bunlar onlara yeterli gelmemekte; kalabalıklar içinde yalnız, uğraşlar arasında yitik bir yaşam büyük bir hızla geçmekte ve insanlar mutlu olup olmadıklarını bile düşünememektedirler. Her şeyin bu kadar kolaylaştığı, imkanların çoğaldığı bir çağda insanlar neden bu kadar mutsuz? Bu yazımızda işte bu konuyu ele almaya çalışacağız.
‘İnsanlar neden mutsuz?’ sorusunun birden çok yanıtı var, bunların en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz: 1. Bireysel mutsuzluk. 2. Kalbin mutsuzluğu. 3. Ailevi mutsuzluk. 4. Psikolojik/ Ruhsal mutsuzluk. 5. Toplumsal mutsuzluk.