BUNLARA KİM ‘DUR!’ DİYECEK!

Ayten DURMUŞ, hertaraf.com-29.10.2018

(Rızayı ilahiden başka bir karşılık istemeyen, adanmış bir avuç samimi insanı hariç tutarak.)

Müslüman olduğunu düşündüğümüz hocaların veya âlim olduğu söylenen erkeklerin bazıları, nedense her konuşmada, sözü döndürüp dolaştırıp kadınlara getiriyor; kadınlarla başlayıp bitiriyor ve konu hep kadınların giyimi-kuşamı, kadınlara haram olan hususlar veya karı-koca arasındaki özel hayatın en mahrem kısmı…

Neden böyle? Bu konuyu dillerinden düşürmeyenlerin, bu konuda sorunları var da ‘yastık yoldaşlarına’, ‘kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!’ demeye mi getiriyorlar acaba? Ya da Türkiye’deki ve halkında Müslüman bulunan (nedense çoğu ciddi anlamda geri kalmış, çoğu sömürge ve doğrudan işgal edilmiş) diğer ülkelerdeki, kendilerine ‘Ben Müslüman’ım’ diyen erkeklerin hepsi, hakikaten 4/4’lük Müslüman erkekler idiler de ya da şimdilerde 4/4’lük Müslüman haline geldiler de şimdi sıra kadınlara geldi, bundan bizim mi haberimiz olmadı? Yoksa kendileri gündemden düştükleri anda, günümüzde gündem olamayacak bir konuyu, herkesi şok edecek şekilde, yeniden ilgi odağı olmak için mi gündeme getiriyorlar, yolda dilini çıkararak yürüyen yetişkin gibi?

Ülkemizdeki çoğunlukça adı bilinen belli bazı kimselerin; İslam adına söyledikleri bir sürü sapır saçma, akkal bakkal almayacak, çoğu geçmişte yaşamış birilerinin bireysel veya grupsal görüşü olmaktan öte bir değer taşımayan sözlerinin, Müslüman kadınları nasıl etkilediği, acaba hiç akıllarına gelmiyor mu? Bir ucu her zaman kadını aşağılayan, değersizleştiren, inciten ve küçülten bu sözlerinin, İslam’a saldırmak için fırsat kollayan, iştahla yeni malzeme bekleyen kitleyi nasıl da sevindirdiğini hiç düşündüler mi?

Geçen cuma büyük bir camide, hutbeden önce konuşmacı ‘sıkma başlar’ diyerek aşağılamaya başladı ta ki vakit girene kadar. Bu kişiler, cam bir fanus içinde mi yaşıyorlar acaba? Eleştirerek ad taktıkları her tipin hepsinden her ailede var. O gün, cuma için camiye gelen kadınlar arasında da vardı. Namazdan sonra camiden kaçar gibi çıkıp gittiler. Allah’ın evleri olan camileri, Allah’ın kullarına dar etmeye kimin ne hakkı var? Tabi şöyle diyebilirsiniz: ‘Ne işleri varmış camide, evlerinin en arka odalarında kılsınlar namazlarını, hem de cuma da ha?’ Ama bu ülkenin bazı kadınları, tüm müminlere farz kılınan cuma namazının kendilerine de farz olduğuna inanarak cuma namazını camilerde cemaatle eda etmek istiyorlar. Allah önünde olmanın hazzını ve huzurunu yaşamak istiyorlar, tüm Müslümanlarla birlikte ve yine tüm Müslümanlarla birlikte dua etmek istiyorlar. Tabi eleştirilmeden…

Nereden biliyorsunuz, eleştirdiğiniz kişilerin hangi merhalelerden geçip o duruma geldiklerini? Nedir bu yapılan? En azından ayıp değil mi? Tanımladığınız görüntüye ‘haram’ diyemediğinize göre nedir sizin derdiniz? Herkes sizin zevkinize göre giyinmek zorunda mı? Çoğu zaman nefsine söz geçirmekte zorlanan insanın, başkalarına bu kadar saldırması reva mı? Din denilen husus, önüne gelenin yanlış ve eksiklerini saymak, önüne geleni eleştirmek midir? Bu eleştirilerin konusu ve yönü ne zaman değişecek?

BENCE BEN BENCİL DEĞİLİM

Birinci Bölüm

-  Evlendikten sonra, baktım her bayram kaynanamgile gidiyoruz. Bir yıl, iki yıl, sonra dedim ki: Böyle olmaz, bir bayram senin ailene gidiyorsak bir bayram da benim aileme gitmeliyiz. Hem ben mecbur muyum canım her bayram her bayram annengile gitmeye. Benim de dinlenmeye, gezmeye ihtiyacım var. Üç beş gün tatil, onda da hadi bakalım, kaynanaya.

-  Ya, dedi diğeri, ay biz de öyleydik, her bayram bir hastalık çıkardım, gitmedik. Şimdi de gidelim falan demiyor.

İlki, kendi annesiyle zaten aynı şehirde oturduğunu ve her zaman görüştüğünü; ikincisi de eşinin, kayınvalide ve kayınpederinin tek çocuğu olduğunu söylemedi.

İkinci Bölüm:

-  Ay çocuk doğdu, ne yapayım, kaynanama gel bizde kal diyorum, gelmiyor. Lafa gelince güya oğlunu çok sever.

-  Ay ben de çağırdım, bakıcıya güvenemiyorum. Gelseler en azından çocuklar okuldan gelince yanlarında olurlar. Neymiş, geldiğinde yemek, bulaşık, çocuklar için falan çok uğraşıyor, yoruluyor, bel fıtığı nüksediyormuş. Çocuklar biraz daha büyüyünceye kadar gelseler ne olurdu yani? Zaten sonra ben de istemem, gitsin herkes kendi hayatını yaşasın.

Üçüncü Bölüm:

-  Çocuk okuldan gelince, tek başına evde durmaya korkuyor, içeri girince hemen battaniyeye sarılıp yatıyor biz gelinceye kadar. Ev dubleks ama üst kata çıkamıyor. Her kursa gönderdim. Artık onlardan da bıktı, gidecek kurs kalmadı.

-  Benimkiler de öyle ne söz dinliyorlar ne laftan anlıyorlar.

Onları dinleyen birisi dedi ki:

-  Aile büyüklerinizden yardım alın, onları yanınıza getirin.

İkisi iki taraftan cevap verdi:

-  Şimdi onlar gelecek, bir de onlarla uğraşmak zorunda kalacağım. Aman, benden uzak Allah’a yakın olsunlar.

-  Fakat çocuklar için onların varlığı çok faydalı olur. Yoksa bir süre sonra psikiyatr kapılarında kuyrukta olursunuz. Bu da yaşayacağınız her türlü zorluktan daha zor bir durumdur, unutmayın.

İkisinin de suratı düştü.

Dördüncü Bölüm

- Benim oğlan evlendi. Çok uzaktan ev tuttular. Araya mesafe koymak istiyorlarmış. Hayatlarına hiç karışmamalıymışız. Onların kendi hayatları varmış, özgür yaşamak istiyorlarmış. Sanki biz onu büyütmek için gecemizi gündüzümüzü, tüm imkânlarımızı sonuna kadar kullanmadık. Ana babalığımızın karşılığı olarak beklediğimiz şey sadece sevgi, saygı, ilgi, vefa idi. Bunun için miydi tüm emeklerimiz?

İNSANIN HUZUR ARAYIŞI

Ayten DURMUŞ, hertaraf.com-18.10.2018

‘İnsan nedir, nasıl düşünür, nasıl inanır, istek ve ihtiyaçlarının sınırı var mıdır, ilgi ve yetenekleri nasıl belirlenebilir, eğitim ve rehberlik çalışmalarından her zaman istenilen sonuç alınabilir mi? İnsanın huzur ve mutluluğu ya da çatışma ve uyumsuzluklarının gerisindeki etkenler nelerdir? Ruhen sağlıklı insanların kişiliklerini oluşturan unsurlar nelerdir?’

Bu soruların hepsi, az ya da çok herkesi meşgul etmektedir.

…..

Toplumlar ancak milli ve manevi değerleriyle ayakta kalabilir ve hayatlarını devam ettirebilirler. Bu değerler, toplumun tarihiyle aynı oluşum ve gelişim yaşına sahip oldukça millilik gibi güçlülük niteliği de artar. Kökü ne kadar tarihin derinliklerinde ise -bir kıyıma kurban gitmediği takdirde- varlığı da o kadar güçlü olacağından, toplumun her bireyi, bu değerlere tutunarak şahsiyetini oluşturur, güçlendirir ve ayağa kalkar. Karakterler böyle oluşur. Karakter; bireyin başkalarıyla/toplumla olan ilişkileri sonucu kazanmış olduğu sosyal, dini ve ahlaki değerlerin ‘uyumlu’ bir bütününden ibarettir. Karakter aynı zamanda kişiyi, toplulukları ve milletleri başkalarından ayıran hususlardır.

İnsanın ‘bilişsel +duygusal +sosyal +davranışsal’ eğitim ve gelişimi hep devam eder. Bu süreklilik, içinde bulunulan şartlara göre kişiden kişiye farklılaşan bir değişimi de beraber getirir. Bu değişimin nasıl ve nereye doğru olduğu önemlidir. Ancak bu değişimin sonucunda sahip olunan değerlerin patentinin kime ait olduğu, geriye kalan her şeyden çok daha önemlidir. Çünkü kuvvetlenen her bağlılık ‘din’ olmaya adaydır. Toplum bireyleri arasında ‘ortak davranış biçimi’ oluşturan kurallar dizgesine ne denirse densin, onun gerçek adı ‘inançtır.’

Ölüme ve sonrasına getirilen izah ve yüklenen anlam, beşerî dinlerle ilahi dini ayırt eden en önemli husustur. İnsanoğlunun muhatap olduğu beşerî sistemler, dinin görevlerinden hiç olmazsa bazılarını yapabildikleri; hayata, yaşanan sorunlara, ölüm ve ötesine -az ya da çok- kalbi mutmain kılan izahlar getirebildikleri ölçüde toplumlarda kabul görürler.

Öleceğinin yeterince bilincinde olmasa da öleceğini bilerek yaşayan bir canlı varlık olan insan, hayatına ve ölümüne bir anlam bulamadığı veya yükleyemediği takdirde, daimî bir bunalım içinde olur. Adını veya sebebini netleştiremediği bir mutsuzluk çemberi içinde döner durur, tıpkı bir dolap beygiri gibi.

KOŞUCU

          KOŞUCU

-                 İyi koşamıyorsun, daha hızlı koşmalısın, daha hızlı olmalısın, ben olsam daha hızlı koşardım, dedi.

Durdu, onu sırtından indirdi ve:

-                 Hadi bakalım, dedi, böylece belki ben, tam da senin söylediğin gibi daha hızlı koşabilirim; sen de istediğin hızda koşabilirsin.

Kaldığı yerden koşmaya devam etti ve az sonra gözden kayboldu, öbürü ise az sonra yoruldu, tıkandı ve oturdu.

          HEDEF

                  Dinlenme tesisinde, karşılıklı iki masada oturan iki kişi, gülümseyerek bakıyorlardı, belirsiz bir noktaya. Birincisi şöyle düşünüyordu:

-                 Evet, işte artık gidiyorum. Büyük şehrin yok eden kalabalığı, gürültüsü, hava kirliliği olmayacak hayatımda. Yerleşeceğim köyde alt katın, üst katın gürültüsünü dinlemek zorunda kalmayacağım; kuzular, koyunlar, inekler, tavuklar, ördekler arasında; bir ağaç altına oturduğumda kuş seslerini dinleyeceğim yeni bir hayat kuracağım kendime.

İkincisiyse şöyle düşünüyordu:

-                 Evet, işte artık gidiyorum. İnek, koyun gübrelerinden, saatsiz-zamansız çalışmalardan, beş on tavuk beş on ördekle ne ileri ne geri gitmeyen bir hayattan kurtulacağım artık. Büyük şehirde, ışıltılı, temiz caddelerde, düzgün giyeceklerle dolaşacağım, gübre kokusu olmayan bir apartmanda yaşayacağım artık; temiz, düzgün, güzel bir hayat kuracağım kendime…

         KARANLIK

                  Ayaktaydı. Her an biraz daha uzayan gölgesine baktı ve hoşlandı.

                 Öyle bir an geldi ki güneş battı ve o anda gölge kayboluverdi. Ancak o zaman anladı, gölgenin kendisinin değil, arkasındaki güneşin eseri olduğunu. Zaten az sonra ne kadar aradıysa da karanlıkta kendisini bile bulamadı. 

EMEKSİZ YEMEĞE ALIŞMAK

Ayten DURMUŞ, hertaraf.com-10.10.2018

Emek, hedefe yol yapmaktır. İnsan yaşadığı sürece, yollardan hazır bulduklarında yürüdüğü gibi, kendi hedeflerinin yollarını da yapmaya devam eder. Bazı büyük hedeflerin yolları ancak kuşaklar boyunca yapılabileceğinden, bunu bilen kişiler mevcut duruma aldırmadan emek vermeye devam ederler. Gün gelir, yol biter, hedefe ulaşılır.

İnsanın emek verdiği her şey, kendisine daha değerli, güzel ve özel gelir. Esasında ‘emek vermek’, tüm imkânları kullanmanın da adıdır. Emek vererek birtakım isteklerine ulaşanlar, emeğin ne kadar değerli bir şey olduğunu da bilirler.

Hiçbir şeye emek vermemiş kişiler emeğin kıymetini bilemezler. Onlar da ya beleşçi ya tembel ya mirasyedidirler. Üstelik her anlamda anne-babalarının çocuğu, dede-ninelerinin torunu veya falanca kişinin yakını olmanın hasadını yemeye devam ederler. Ülkemizde bunlardan çoktur. Ve bunlar, emek vermenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, çok kolay insan harcarlar. Cehaletin insan harcaması ise artık her gün ‘doktora saldırmak, öğretmen dövmek’ şeklinde ekranlara gelmektedir.

İnsanı gerçek anlamda ‘erdemli ve üstün’ kılan şeyler verasetle geçmediği için, erdemlere ve üstünlüğe (Âl-i İmran Suresi/3:139) talip olan kişiler, istedikleri şeyler için çalışmaları, uğraşmaları gerektiğini bilirler. ‘Kişiye ancak çalıştığı vardır.’(Necm/53:39) buyuran Rabbimiz, bize bu işareti hem dünya için hem de ahiret için vermektedir.

Tembeller, ulaşamadıkları hayalleri için hep başkalarına kızar ve hep başkalarını suçlarlar. Gerektiği gibi çalışan kişiler ise ilerleyen yıllarda kimseye kızmaz, en fazla -daha çok çalışmadıkları için- kendilerine kızarlar. Anlamlı başarıların gerisinde her zaman bu türden yoğun bir emek bulunur. 

Tüm emeği bir hedefe teksif etmek, hedefe ulaşmak açısından gereklidir.  Ancak bu sürecin bağrında taşıdığı bir risk de bulunmaktadır. O da kişinin kendisinden, gerçeklerden, insanlardan, ülke ve dünya gündeminden kopmasıdır. Çünkü ülkemizde özellikle akademisyenlerde ve belli bir konuyla uzun süre uğraşanlarda, sanki ‘dünyanın mihveri olan yegâne konu onların uğraştığı alan’ ve sanki ‘onlar o kadar çok okudular ve çalıştılar ki kimse onlar kadar bilgili olamaz’ ve sanki ‘artık onların okuması öğrenmesi gereken hiçbir şey kalmamıştır, her şey için yeterli duruma gelmişlerdir’ şeklinde, derin bir kibre ve kendileri dışındaki çalışılan her konu ve çalışan her kişiye tepeden bakmalarına sebep olan bir ruh haline bürünebilmektedirler.

BU ÇOCUKLARI KİM EĞİTECEK?

Ayten DURMUŞ, hertaraf.com-29.09.2018

OKULLAR AÇILDI. 2018-2019 eğitim ve öğretim yılında, açık öğretim öğrencileri dahil, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı resmi ve özel okullarda 17 milyon 749 bin 876 öğrenci eğitim alacak. Bunların arasında son yıllarda zorunlu göç nedeniyle sayıları hayli artan (yaklaşık 500 bin civarında) yabancı öğrenciler de var. Yükseköğretim kurumlarında ise yaklaşık 100 bini yabancı olan 7 milyon 560 bin öğrenci bulunmakta. Yani toplamda 143 ülkenin nüfusundan daha fazla olan 25 milyon 309 bin 876 öğrenci eğitim-öğretim faaliyetine başlamış durumdadır.

VELİLER, evlatları için gereken ön hazırlığı yaparak çocuklarının ihtiyaçlarını gidermeye çalıştılar. Servis ihtiyacı varsa onun ayarlamasını yaptılar. Evde bir yeri veya çocuklarının odalarını, onların eğitimine uygun hale getirmeye çalıştılar. Eğitim ortamında, çocuğun farklı ihtiyaçları için ‘günlük veya haftalık’ harçlıklarını da vermeleri gerektiğini biliyor ve güçleri nispetinde veriyorlar. VE SONRA DİYORLAR Kİ: Biz veli olarak üzerimize düşeni yaptık, bundan sonrası okula yani öğretmenlere kalıyor.

MEB’de gereken hazırlığı yaptı, okulların elden geçirilmesi için ödenekleri gönderdi, bina ve malzeme eksiklerini tamamlamaya çalışıyor. Eksik öğretmenleri hızla atayarak tam kadro eğitime başlanması içi tüm imkânları seferber etmek için uğraş veriyor. Sık sık hizmet içi eğitimlerle öğretmenlerin teknolojik açıdan donanımını da geliştirmeye çalışıyor. Özellikle bizim kuşağın hayal dahi edemediği, tüm kitapların basılmış olarak MEB tarafından öğrencilere takdimi bile tek başına ‘Aferin’i hak ediyor. Tüm bu hazırlıklardan sonra MEB’DE DİYOR Kİ: Biz Bakanlık olarak üstümüze düşeni yaptık, bundan sonrası okula yani öğretmenlere ve öğrencilere kalıyor.

ÖĞRETMENLER de seminer dönemiyle birlikte yeni dönem için hazırlanmaya başladılar. Dersin işlenişiyle ilgili plan ve program hazırlıklarını, okullar açılmadan tamamladılar ta ki onlar da yeni eğitim-öğretim için her anlamda hazır olsunlar. Bunun için hem bireysel hem ailevi şartlarını hazır hale getirdiler. Ellerine, yeni eğitim-öğretim yılında ‘işlemek-anlatmak-öğretmek ve bunlardan sınav yapmak’ durumunda oldukları müfredatı alıp konulara baktıklarında ‘Acaba hepsini anlatmak için dersler yetecek mi?’ şeklinde bir soruyu sordular birbirlerine. VE SONRA DEDİLER Kİ: Biz, müfredatta yer alan konuları elimizden geldiğince anlatıp öğretmeye çalışacağız, öğrencilerin velisi değiliz ya a’dan z’ye her hususla ilgilenecek, zaten buna imkân da yok, bundan sonrası öğrencilere ve velilere kalıyor.

Eveeeeeet!

Ve gördük ki ‘öğretime ve not başarısına’ şartlanmış bu hengâme içerisinde;

‘Bu çocukları, kim, nasıl terbiye edecek?’

‘Bu çocuklara, bireysel, ailevî, toplumsal ahlâk ve görgü kurallarını kim öğretecek?’

‘Bu çocuklara, şahsiyet olmanın alt yapısını oluşturacak değerlerimizin eğitimini ve aktarımını kim yapacak?’ sorularının sorulması da cevaplanması da unutuldu. Bazı veli ve öğretmenlerin bireysel çabalarının da ‘ahlâkî eğitimi’ için yeterli olmayacağı aşikârdır.

UZMANLIK

   UZMANLIK

   Yine şikâyete başladı. Ortamdan, fiyatlardan, öğrencilerden, gençlerden, devletin yaptığı yanlışlardan, ülkenin yurt dışına yönelik tanıtım eksikliğinden, yabancı dil öğretimindeki yetersizliklerden, liyakatsiz atamalardan, torpille yaptırılan işlerden, çalışanların gayretsizliğinden, özelleştirmedeki hatalardan, herkesin kendi işini iyi yapması gerektiğinden söz etti. Bu ülkede, herkes, üstüne vazife olmayan işlerle uğraştığından ya da uzmanı olmadığı işlerle ilgili fikir beyan edip iş yaptığından ortaya çıkıyormuş tüm sorunlar.

Her konuda bir fikri vardı. Adeta herkes yapılacak her şeyi ona sorsa o da herkese işlerin nasıl yapılacağını tarif etse sanki rahatlayacak ve her şey yoluna girecekti. Bu uzun eleştiriyi dinleyen üç kişiden biri düşünmeden sordu:

-  Hocam, siz hangi alanda uzmandınız?

-  …

    DOLMUŞÇU

   Aldığı paranın üstünü uzattı, arkadaki öğrenci düşürdüğü kitaplarını toplarken. Kitapları görünce çok dönmeden konuşmaya başladı.

-  Ben de Uluslararası İlişkiler okudum. Gazi de mi yapıyorsun yüksek lisansını, Emin Yılmaz dersinize giriyor mu? Onunla beraber okuduk, ikimiz de başarılı öğrencilerdik. Yüksek lisansımızı da beraber yaptık.

-  Yaaa, dedi arkasındaki yolcu şaşkınlığını ifade için

-  Sonra Emin okulda kaldı ve kariyerine devam etti. Şimdi doçent oldu galiba.

-  Evet, dedi arkadaki yolcu huzursuz bir ses tonuyla

-  Ben de uzun süre bazı sınavlara falan girdim fakat bir türlü istediğim yerlere giremedim. Sonra da babam ‘Oğlum, boş gezme al şu dolmuşu.’ dedi, kullandığı dolmuşu verdi elime.

-  Neden siz de arkadaşınız gibi okuduğunuz okula girmediniz?

-  Onun babası, bizim üniversitede hocaydı da… dedi ve dolmuşun yan camını sonuna kadar açtı.

 

   TANIŞMA

   Karısının sınava girdiği okuldan, onu almaya gelen adam, kimseyi dinlemeyerek içeri girdi ve karısından, yaşanan sorunla ilgili bilgili aldıktan sonra sınavı yapan öğretmenlerin arkasından yüksek bir sesle seslendi.

-        Hocam, hocanım, bakar mısınız?

Sınavı yapan erkek ve kadın hocalar sese döndüler. Sınavda sorun yaşayan genç kadını görünce durumu anlayıp istemeseler de o tarafa yöneldiler. Genç adam, girilmesi yasak olan bir saatte okula girmiş, yanında da birkaç polis duruyordu. Kendini tanıtma gereği duydu:

-        Ben hakimim, bu da karım, dedi.

Hocalardan birisi sinirle gülerek cevap verdi:

-        İyi de burası da okul...

BEN GELDİM

Kime sorsam yaşamak amacını

Durdu, dedi: Can toplamaya geldim.

Elde ne var, dediğim de dedi ki:

Çok sağırla konuştum, çok kör kılavuzumdu.

Meğer geçmişte kalmıyormuş hiçbir şey

Meğer her şey, hepimizle yürüyormuş adım adım

Bize kalan, bize gelen ve bizim olan

Ve kazandığımız her şey dört bir yanımızda…

Bunlar, ne canlı kalkan olabiliyor çevremizde

Ne de öldük deyip gömülmeye ‘Evet’ diyorlar

Ederini peşin peşin ödediğimiz de

Beleş gelen de borçlandığımız da

Koparırken gönül tellerimizi bir bir

Gidiyor, gidecek ne varsa gitmemesi gereken

Kalıyor, kalmaması gereken ne varsa

Bıkmadan usanmadan oynuyoruz kuklamızla

Gittiğim yollardan geri dönerken soğukkanlıydım

Ellerim boştu ancak umut doluydum, tepeden tırnağa

Tuttum kendimi, oturttum dizlerimin önüne

Dedim ki: Bak, ben pek bir şey bilmediğimi biliyorum

Gördüğümün arkasını da görüyor değilim

Sana ne çiçek dolu bir ova ne de serin sular verebilirim

Ve dahası ben ne bulunmaz bir insanım ne de bir düşüncesiz

Herkesin kendisine bir tekel kurduğu şu evrende

Ne baş üstünde baş ne ayak altında bir taş

Olmayı istemediğim bir hayatın içinde

Yaşamakta zorlandım. Onun için gülümsedim

‘Sen olursan çift başlılık olur.’ diyenlere

Baktım ve diyemedim: ‘Sen baş mısın ki?’

Ben, kendimin bile dostu ve yardımcısı olamazken sık sık

Görüyorsun üstelik kendimin düşmanı olduğum açık

İçimde suskun türküler, dudağımda sesi çıkmaz bir ıslık

Esintiye bindim, canım avuçlarımda

Yanında da iki damla gözyaşı

Ben geldim, ben geldim, ben geldim efendim

Açılır mı beklediğim kapınız…

Tek geldim, tek başıma geldim

Yalnızdım, yalnızım, yalnız…

Sayfa 24 / 40

VİDEOLAR


Aile ve Toplumsal cinsiyet eşitliği (21.12.2024)
Aile ve Toplumsal cinsiyet eşitliği (21.12.2024)
israil Gerçeği-2-(Arz-ı Mev’ud - Yeşayanın Kehaneti) (06.12.2024)
israil Gerçeği-2-(Arz-ı Mev'ud - Yeşayanın Kehaneti) (06.12.2024)

İsrail Gerçeği-1 (29.11.2024)
İsrail Gerçeği-1 (29.11.2024)
Kur’an’da Önerilen Müslüman Ahlâkı (16.05.2024)
Kur'an'da Önerilen Müslüman Ahlâkı (16.05.2024)

Allah’ın Dostları-Veli/Evliya (23.05.2024)
Allah'ın Dostları-Veli/Evliya (23.05.2024)
Allah Neden Vardır? (02.05.2024)
Allah Neden Vardır? (02.05.2024)

Mutluluk Nedir? (25.04.2024)
Mutluluk Nedir? (25.04.2024)
Kur’an’a Şirk Koşmak.(07.03.2024)
Kur'an'a Şirk Koşmak.(07.03.2024)

Narsizm, Sekülerizm, Deizm. (02.03.2024)
Narsizm, Sekülerizm, Deizm. (02.03.2024)
Rasulullah’ın Kur’an’la İlişkisi (22.02.2024)
Rasulullah'ın Kur'an'la İlişkisi (22.02.2024)

Kur’an’a Göre ’insanların çoğu’ (15.02.2024)
Kur'an'a Göre 'insanların çoğu' (15.02.2024)
Kur’an’a Göre Din Tüccarlığı. (08.02.2024)
Kur'an'a Göre Din Tüccarlığı. (08.02.2024)

Yaşamın Amacı Anlamı. (19.01.2024)
Yaşamın Amacı Anlamı. (19.01.2024)
Kur’an’da İnsana Sorulan Sorular. (12.01.2024)
Kur'an'da İnsana Sorulan Sorular. (12.01.2024)

Sorumluluk Bilinci, Kur’an’a Göre İnsanın Sorumlulukları. (04.01.2024)
Sorumluluk Bilinci, Kur'an'a Göre İnsanın Sorumlulukları. (04.01.2024)
İnsanın Dünya Sınavının Konuları (28.12.2023)
İnsanın Dünya Sınavının Konuları (28.12.2023)

Kur’an’ın Aile Önerileri (21.12.2023)
Kur'an'ın Aile Önerileri (21.12.2023)
Cihad Nedir? (14.12.2023)
Cihad Nedir? (14.12.2023)

Allah’ın Orduları (07.12.2023)
Allah'ın Orduları (07.12.2023)
Lanet-Lanetlenme Nedir? (30.11.2023)
Lanet-Lanetlenme Nedir? (30.11.2023)

Siz Diyorsunuz ki - Kur’an Diyor ki (26.10.2023)
Siz Diyorsunuz ki - Kur'an Diyor ki (26.10.2023)
Sadaka ve Zekat Nedir? Kaç Çeşit Sadaka Vardır?(09.11.2023)
Sadaka ve Zekat Nedir? Kaç Çeşit Sadaka Vardır?(09.11.2023)

Kur’an’ın Anlaşılması Önündeki Engeller ’Çeviri Sorunu (02.11.2023)
Kur'an'ın Anlaşılması Önündeki Engeller 'Çeviri Sorunu (02.11.2023)
Ecel ve Ecel i Müsemma (19.10.2023)
Ecel ve Ecel i Müsemma (19.10.2023)

Kader Nedir? Kader Algımız Nedir? (12.10.2023)
Kader Nedir? Kader Algımız Nedir? (12.10.2023)
Kıyamet Çeşitleri (05.10.2023)
Kıyamet Çeşitleri (05.10.2023)

Kadın Çıkmazları (20.06.2021)
Kadın Çıkmazları (20.06.2021)
Ailevi Mutluluğun Temel İlkeleri  (23.04.2019)
Ailevi Mutluluğun Temel İlkeleri (23.04.2019)
Joomla templates by Joomlashine