İslami Hayat Dergisi (sayı 2013/17)
İnsanın, yanlışını fark ettikten sonra onu düzelterek kendini bağışlaması, kendisiyle barışık yaşamasını sağlar.Sözler ahlâk haline gelmelidir:
Müslümanlar, ‘güzel ahlâk ve erdemin kemal noktası’ olan İslam’dan konuşmayı seviyor ve konuşuyorlar. Elbette bu, insan eğitiminin önemli bir parçasıdır. Sahabeye uygulanan eğitim yöntemi de buydu. Bu sebeple haftalık sohbetler, aylık istişareler, yıllık değerlendirmeler elbette önemlidir ve olmalıdır. Hatta insanlar bunları; kendileri, aileleri, toplumları, İslam milleti ve dünya adına da yapmalıdırlar.
Ancak iş artık öyle bir boyuta geldi ki konuşa konuşa sözleri de yoran insanlar ‘İşte hepsi bu.’demeye başladılar.
Bu hale gelmek sorunlu bir durumdur. Kadın ve erkek olarak tüm Müslümanların, konuşmayı dengeli bir noktada bırakıp asıl gayelerinin, konuşulan, önerilen, öğrenilen ne varsa ‘ahlâk’ haline getirmeleri yani yaşanmaları gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.
Yaramıza neşteri kendimiz vurmak zorundayız:
Ülke ve İslam Dünyası olarak Müslümanların en önemli sorununun ‘Müslüman olmak’ yani ‘İslam’ı temsil etmek’ olduğu herkesin malumudur. Tabi ki bunun için Müslümanlar, öncelikle İslam’ın ne olduğunu doğru bir şekilde bilmek zorundadırlar.
Kur'anî Hayat Dergisi (sayı 2013/29)
Duyduğun tek ses vardı, bu zıtlar korosunda Işığın tek rengini arayan kör olmadan ‘Ezelî hakikati’, gönlünün kaosunda Çok aradın, bul artık saçlarını yolmadan.İnsanın, hayatı ve olayları doğru değerlendirebilmesi için doğru ve dengeli bir ölçüler bütününe ihtiyacı vardır. Bu olmadığı zaman;
‘Bir’e ‘Bir’ diyemiyor, ‘Tek’i çift gören şaşı’ mısraında ifadesini bulduğu ve ‘… gözlerini ters çeviririz’ (Enam 6/110) ayetinde somutlaştırıldığı şekliyle; bakışın/görüşün açısı bozulmuşsa görülenin düzgün ve dengede olması, doğru değerlendirme için kâfi değildir.
Bu yanlış, sıfır noktasındayken gideceği yönü milimlik bir sapmayla da olsa yanlış tespit eden kişinin o milimlik sapmasının, zaman içerisinde sıratı müstakimden kilometrelerce uzaklaşmasına sebep olur.
İnsanoğlu ‘Neden ben?’ ya da ‘Neden ben değilim?’ sorusunu sormaya başladığı zaman, duracağı bir yer yoktur. Her durum, nesne ve istek için bu soruyu sorabilir. Fakat bu soruyu belirli bir şekilde sormak kişiyi ‘isyana ve şikâyetlere’ yöneltirken; diğer şekilde sormak ‘sabra, sekînete ve rızaya’ sevk eder.
İslami Hayat Dergisi (Sayı:15)
Devletin Değer Sistemi Tercihi:
Kendisini mevcut tezlere antitez olarak sunan görüşlerin hayat hakkı kısadır. Hak ve hakikat adına olması gereken, batıl hiçbir tezle uğraşmadan doğru tezi ortaya koymaktır. Çünkü doğrunun/hakikatin kaderinde illa ki üstün gelmek vardır. Ancak bu üstünlük ne silahlı ne bürokratik güçledir. Hakikat, gücünü, insanların gönüllerinde oluşturduğu itminandan alır.
Bizim coğrafyamız bu anlamda klasik değerlendirmelerle anlaşılabilecek bir coğrafya değildir. Devletin kendini, Batı kültür ve medeniyetinin kodlarına göre konumlaması, yaşanan tüm sorunların mihveridir. Bu sorunun aşılması, varlığın esası olan millete, devletin uyumu ile mümkündür. Devlet, tıpkı Gandi gibi: ‘Halkım gidiyor; önderleri olduğum için onları takip etmeliyim.’ diyerek milletinin takipçisi olmalıdır. Başka türlüsünde yalnızca çatışma, karmaşa, kaos olacak, başka da bir şey olmayacaktır. Devletin bu anlamda uzun yıllardır devam eden, milletin kültür kodlarıyla uyuşmayan yaklaşımları, milletin akidevî hayatını olduğu gibi, sosyal ve ailevî hayatını da derinden etkilemiştir.
İslami Hayat Dergisi (Sayı:13)
’Allah muhsinleri/işlerini güzel yapanları sever.’
(Bakara Sr: 195)
İnsanın en kolay yaptığı şey, ’bahane’ bulmak ve ’şikâyet’ etmektir. Bunlara sarılan kişi, biraz da ucu kendisine dokunan ’gerçek’lerden kaçmak ve rahatlamak ister. Tutalım ki kişi bunu yapabildi ve kısmî bir rahatlık hissetti. Bu durum, gerçeklerden, yaşananlardan neyi değiştirebilir? Hiçbir şeyi değiştiremeyeceği için, gerçeklerin hissettirdiği sızı, yer altında akan sular gibi gönlün en derin yerlerinde sızlar durur. Her insan, kimseye itiraf etmese de gönül gözünü kör etmediği sürece, kendi adına bu durumun farkındadır.
Herkesin en kolay yaptığı şeylerden birisi de zamanı ve gençleri suçlamak ve onlardan şikayetlenmektir. Bu durum yeni değil, asırlardır böyledir. Neden bilinmez, her nesil sonraki nesli biraz sorumsuz olmakla, ahlâkî anlamda biraz daha bozulmakla suçlar. Mesela Eski Mısır’a ait bir papirüs yazıtında: ’Zaman hızla değişiyor. Ahlâksızlık aldı başını yürüdü. Çocuklarımızın akıbetinden endişe ediyoruz; galiba ahir zamana kaldık.’ deniyor. Yani her kuşak, kendinden gelen neslin yaşayacağı dünya için endişeleniyor. Belki de bu durumu normal görmek gerekiyor. Ancak hatırlanması gereken şey, daha önceki neslin de bugün şikâyet edenlerden şikâyetçi olduğudur.
Popüler: (Fr.)Halkça, halk tarafından benimsenen, halkın zevkine uygun.
Popülarite: Halk tarafından tutulma, sevilme.
Popülerlik: Popüler olma hali, halk tarafından tanınma
Popülist: Halkçı
Popülizm: Halkçılık
Kültür: (Fr.i).(1) Bir topluluğun bütün fertlerinin sahip olduğu, olayları, meseleleri, duyuş-düşünüş şekilleriyle tarih içinde meydana gelen fikir ve sanat verimleri ve değer hükümlerinin bütünü, irfan, hars(ar.çift sürme, ekin ekme, tarım). (2) Bilgi sahibi olan ve düşünen insanın, zevkini, eleştirme ve hüküm verme kabiliyetini geliştirmesi.(3) Bir konuda kazanılan sistemli ve geniş bilgi. (4) Beden ve ruhla ilgili kabiliyetleri geliştirme. (5) Ziraat, tarım. (6) Canlı maddelerin sun’i vasatta üretilmesi. (Kültür dili, genel kültür, kültürfizik, kültür bitkisi(mantarı)
Popüler kültür, yaygın kültür, televizyon kültürü, dizi kültürü, batı kültürü, halk kültürü, yaygın kültür; hangisi diğerinin yerine kullanılsa mümkün oluyor.
İslami Hayat Dergisi Yıl:2013 Sayı:11
Allah sizden yükü hafifletmek ister, Çünkü insan zayıf yaratılmıştır. (Nisa Sr: 28)Dünya üzerinde çok farklı coğrafyalarda yaşayan insanların, şaşılacak bir şekilde bazı ortak doğru ve ortak yanlış bilgisine sahip oldukları görülür. Ör: Zina, yalan, hırsızlık, faiz, zulüm ve doğru sözlülük, dürüstlük, yardımseverlik, sözünde durma, adalet ve nihayetinde tek ilah inancı. Bu durum –aşağı yukarı- tahrif edilmiş semavî kitaplarda ve muhtemeldir ki insanlığın bilgisine sahip olmadığı peygamberlere gelen vahiylerin, insanlık arasından çekilişinden sonra, ilerleyen asırlardaki o vahye dayanan yorumları/öğretiler sebebiyle böyledir. ‘Hiçbir millet yoktur ki içinde bir uyarıcı geçmiş olmasın.’(Fatır Sr: 24), ‘Biz, her topluma bir elçi gönderdik, Allah’a kulluk edin, Tâğut’tan sakının diye.’(Nahl Sr: 36) ayetleri bu yorumu yaparak bu sonuca ulaşmamızı mümkün kılıyor.
Müjde getir, bekliyorum, gece sabaha ermeden
Yoksa çekip gideceğim, kimseye haber vermeden
Yutkunarak ateşimi, karanlığa göstermeden
Ciğerimin yandığını, kim biliyor kim anlıyor
Çare olmuyor gönlüme, ömrü bitmiş ilaçların
Açlığını ne giderir, karnı tok gözü açların
Seni, her hazan mevsimi, yaprak döken ağaçların
Dallarının andığını, kim biliyor kim anlıyor
Üzmez artık pencereme çekilmesi son tülümün
Seni görmek muhal ise teşrifi hoştur ölümün
Yükselen sessiz hecede, seni anarken gönlümün
Kendinden utandığını, kim biliyor kim anlıyor
Elim gözlerimi silip, gönlüm kendini sararken
Her romanda her şiirde, türküde seni ararken
Ağlatan, üzen de dâhil her hali hayra yorarken
Her sefer aldandığını, kim biliyor kim anlıyor
Lütuf yağmuru istedim, rahmet et, diye kuluna
Tutuldukça da şükrettim; kara, yağmura, doluna
‘Var’ denenin yokluğunda, senin tertemiz yoluna
Canımın adandığını kim biliyor kim anlıyor…