Denizin girdabını kendine imrendirir
Aşkın boynunu sıkan aklın karabasanı
İncini önüme ser, aklımı kavuran söz
Taş gibi katılaşan kalbime vur asanı!”
Bedenini hak yaptı, ruhun da O’ndan gelme
Malikül-Mülk değilsin, ‘Ben’ dediğin şey kimdir?
Her şeyi sen yapsan da ‘şey’i kendinden bilme
Ömrünce ‘Ben’ diyerek yankılanan sesimdir.
Hepsi Sana varırmış yürünecek yolların
Yeni bir hayat için değişir giyecekler
Yani ki en sonunda Sen’in bütün kulların
Tüm sözlerden geçerek, ‘Allah bir’ diyecekler.
Sizin ‘aydınlanma’nız karartırken dünyayı
Kirlendi insanlık, yağsın yağmurlar
Kamçılayan taneleri olursa olsun
Özü de bir vezni de ‘çiçek ve çocuk’
Neden her şeyden böyle çok korkuyorlar
Yürekten başlamazsa, bastırılır isyanlar
Örselenen duyguları sağaltan bir hekimsen
Bilirsin buralarda her an her şey olabilir
İçin yanarsa bir aşkın acısından, bir türkü yak
Herkesin sabretmeyi öğrendiği dünyadan
Sen hiçbir şey öğrenmeden mi gideceksin
Sonra bir de ağıt yak, kederi unutanlar inlesin
Ey okyanuslara dur diyen kayalıklar!
'Sevdamı özgür bırakmasam, öfkemi de
Ne diyorsan peki!’ desem anlaşabilir miyiz?
Bilginin insana tahakkümü hangi cins kölelik
Beşerin bitpazarı, bu insan çöplüğünde
Her şeye bir izah var, ama buna kalp ne der?
Ben okununca anlaşılmayan yazılar yazmam
Memleket renginde çay olmadan konuşmam
Çek git şifacı, ‘Kelin merhemi olsa’ demezler mi?
Bırak yaralı yanlarımı, ne kalacak ardımda
Esen yel yakar insanı, çöken bulut, soğuyan hava
Sürdüm kendimi içimin gurbetinden, içimin sılasına
Hepsi kendisine sarılan bu insanlar
Hevanın kuluyken, hangi tanrıya tapıyorlar
Üstelik ‘Dost yumruğu çetin olur.’ diyorlar
‘Dikenlerden muzdaribim’ diyenler münafıktır
Bu çağ bizim çağımız; kirli, aşksız ve sefil
Bu çağın günahını hangi peçe örtebilir?
Kaçan kelimelerle, saklanmamış sözlerle
Sınırları yâr elinde emek emek çizilmiş
Gasp edilmemiş gönlün bilinmez zirvesinde
Herkes hak edemez ebedi bir hayatı
Bir hayal ki bin canımı birer birer verirdim
Yaşarken de kefenimi çıkartmayın üstümden
Hakikatin tahtında, sözde gerçekler
Yakaladım sanınca sonsuzluğun sonunu
İnsansı tavırlarla, kravatlı vampirler
Neden hayatı bana engelli koşu eder?
Dağla yaralarımı, her şeye bir sebep lazım
Gözlerimi sil ama hüznüme dokunma sakın
Kur'ani Hayat Dergisi (Mayıs 2011 sayı:18)
Ahlâk, insanın davranışlarını belirleyen değerler bütünüdür. Her insanın ahlâkı, ‘genetik, din, gelenek, içinde yaşanılan ortam, eğitim ve bunların hepsini kuşatan irade’ ile oluşur ve gelişir. Ortaya çıkan ve ahlâk adı verilen bu değerler manzumesi, her insanın ömrü süresince güzelleşir, çirkinleşir, sıradanlaşır; beden ve ruhun hayatına ve ölümüne bağlı olarak, yaşar veya ölür.
Kavram olarak ‘ahlâk’ yalnızca güzel nitelikler için kullanılır. ‘Ahlâklılık’ kavramının zıddı olarak ‘kötü ahlâklılık’ yerine, ‘ahlâksızlık’ kelimesinin kullanımı daha doğrudur. Çünkü bu kelime kökünü Allah’ın ‘Yaratıcılık’ vasfından alır. (Hâlık: Halk eden, yaratan; Hallâk: Sürekli olarak yaratan) Allah’ın sıfatlarının, insandaki tecellisi ise özünde güzeldir. İnsanlar iradelerine göre kendilerine lütfedilen vasıfları ya bu vasıfların var ediliş ve veriliş gayesine uygun olarak kullanırlar ya da kullanamazlar.
İnsan, kendisine verilen vasıfları doğru kullanamadığı zaman atıl bırakmaz; onu en yanlış ve aykırı biçimde kullanmanın bir yolunu da illa ki bulur.
‘Ben güzel ahlâkı kemale erdirmek için gönderildim.’şeklindeki meşhur hadis-i şerif de kemale ermenin, yani ahlâken en olgun hale gelmenin merhaleleri olduğuna işaret eder. İnsan ahlâkının her bir cüzü için ayrı bir olgunlaşma süreci söz konusudur. Bu olgunlaşma sürecinde insan, kendisinde bulunan vasıfları doğru kullanabilmeyi bir süreç içerisinde öğrenir.
Mesela; insanda ‘öfke’ vardır, yok edilmesi de mümkün değildir. Bu husustaki olgunlaşma, bu niteliğin doğru yer, zaman ve miktarda kullanılmasıdır. İnsan da sevgi vardır, nefret vardır, şefkat vardır, merhamet vardır; hepsinin olgunlaşması, yerinde, zamanında, gerekli olduğu kadar kullanılmasının öğrenilmesi ile mümkündür.
Moral Dünyası Dergisi (01.12.2010 sayı:81)
Ergen, çoğu zaman kendisi bile yeterince fark etmediği halde hem kendisiyle, hem aile çevresiyle, hem tüm toplumla, hem tüm dünyayla, hem insan dışındaki tüm varlıklarla ve hatta Yaratıcı’sıyla dahi sanki "kavga veya hesaplaşma" halindedir. Ergen bu çarpışmanın ortasında sık sık yorgun düşer. İşte bu anlarda ergen sığınabileceği bir liman arar.
Gençlik, delilikten bir şubedir.
Çılgınlık ile delilik, delilik ile dâhilik arasındaki ince çizgi önemlidir.
Devletlerin, toplumların, ailelerin kırmızı çizgileri olduğu gibi bireyin de kırmızı çizgileri vardır. İşte, ergenlik tam da bu kırmızı çizgilerin belirlendiği ve oluştuğu dönemdir. Tabii kırmızı çizgilerle beraber beyaz ve siyah çizgiler de keskinlik kazanmaya başlar. Ergenlik bu sebeple, sandığımızdan daha önemlidir.
Ergenin bizim sandığımızdan daha çok ilgiye, özene, yol göstericiye ve sevgiye ihtiyacı vardır. Ergen, "irade" adı verilen, beşeri "insan" ve insanı "üstün insan" yapan en önemli özelliğinin farkına varmıştır. Artık bu özelliğini tek başına kullanım denemeleri yapacaktır. Yine de anne kuş, ilk uçuşunda yavru kuşun yanında olduğu gibi, o da kendi başına uçacak bile olsa, hiç olmazsa ilk uçuşlarında yanında birilerini arayacaktır. Bu dönemde kendisinin en yakınında-yanı başında olup kendisine yardımcı olanı gönülden sevecektir. İlerleyen dönemlerde bu sevgi, bağlılık hâlini alır ve çoğu kere ömür boyu sürer.
Gerek ergen olarak kendimizi, gerek ergenin çevresindekiler olarak ergeni tanırsak, bu dönemi çok sıkıntılı bir dönem olarak yaşamak zorunda kalmayabiliriz.
Seneler süren bir dönem için, bilgilenmemiz tabii ki gerekiyor. Bilgiyi sevmek, doğru bilgiyi aramak, doğru bilgi ışığında doğru eylemler sergilemek, hayatı bu eylemlerle örgülemek, hayatı doğru yaşamak demektir. Her rahmetin bir zahmetle geldiğini unutmadan, hep birlikte doğruyu aramaya başlamalı ve bunu hep sürdürmeliyiz.Herkes duramaz tek başına ayakta
Dedin ki: Ben beni bildim bileli duruyorum
Fikir veriyor bana, sorduğum, sormadığım
Karşıdan pek mi şaşkın görünüyorum?
Hâlbuki bilen bilir, yolumda gidiyorum
Dahası ne kâğıt helva ne elma şekeri istiyorum
Anla artık beni ey sırlarını sinesinde taşıyan.
Sen bu dünyada bir yerlerde olsan
Ben, bir helâk geçidinin tam ortasında
Yeter bana. Avunabilirim karşılaşmak umuduyla
Açar belki senelerdir hiç açmayan menekşe.
Gönlüm çiçeği okşarken, aldatılsam, kullanılsam
Üzülür müyüm? Evet, biraz
Ama pişman olmam.
Bakışları kirletilmiş bu çağdaş Gomore’de
Sevgi linç edilip, şefkat asıldıktan sonra
Varsın taş üstünde taş kalmasın.
Kalpleri haşyetten titremeden el açanlar
Kime, neden yöneldiklerini biliyorlar mı?
Aynalar anlatsa eskiden gösterdiklerini
Kızaracak bir yüz bulabilir miyim acaba?
Yedibeyzasız baltalar kıramıyor putları
Toplamıyor şaşkınları şirkin vadilerinden
Ruhun makamı beden, bedenin dünya
Geldin, gitmeden gördüklerin say ki bir rüya
Gözünü aç gör, kapa gör; hangisi gerçek
Sen git artık bana ninni söyleme
Uyurum kendim. Bu gece de elbet bitecek.
Kendini karanlıkta benim gibi görmedin
Ey kendine zalim olan uykusuz çiçek
Bu cenabet şehirleri hangi tufan arıtır
Yaş dökmeden ağla, sözsüz şarkılar söyle
Okşanırken bencilliği, kölesine tapanların
Bir şey kalsın ortada, tek bir şey ayan-beyan
Nerede:‘Perde açılsa yakinim artamaz.’buyuran.
Bir cemre gibi düştün yüreğime
Soruyorum, o günden beri, doğru ne, yanlış ne
‘Doğru, iki nokta arasındaki en kısa çizgi’ öyle mi?
Sen bana hep önce reddetmeyi öğretmiştin ya
Ben alışkanlıkla şimdi bunu da reddediyorum
Şu gönlümün rahminde saklı kalmış şeyler var
Sen bilmezsin, köprünün yanındaki çatıda
Doğuya dönmüş güvercinler, her sabah seni bekler
Ben orada aşkın yazılmış son defterini buldum,
Adımı kaydetmeye bir kalem bulamadım.
Bunlarsa, uçamayıp on kartalın kanadına tutunurlar
İnsan arayan insandırlar, belki bulurlar
Sen şimdi: ‘Elindeki tek inci, bu çileye değer mi?’
Dersen, alnının çatından vururum seni
Anlarsın, insan katlandığına neden katlanır
Takvim yapraklarının âlimleri dinler mi seni
Bunlar toprağımızın şarkısını anlayabilir mi?
Biri kaçar gibi yapmış, sen kovalamış durmuşsun,
Okyanusları aş, dağları del, bu yol nereye çıkar
Kirlenmiş gözyaşların hangi günahı yıkar
Benim de söylenecek mavi sözlerim vardı
‘Her rengi sevme, her goncayı koklama’ dediler
Geç öğrendim, dikenlerin de açılmış çiçekleri varmış
Sarıldım orada yalnızlığa, dolaştım özgür, özgür
Sükûnet nerede, yüreğim yanardağ, gözlerim kömür
Şimdi gittiğim yerlere, kendimi götürmüyorum
İçimde saklıyorum, infilak etmemiş ağıtları
Rafa koydular beni, el yazma eserlerimi çaldılar
Diyorsun ki: ‘Ya sen verdin, ya da uyurken aldılar.’
Uydurma yine yalancı, onlar en yukarıdaydılar
Tutmasam, benim ellerimle kendini öldürecektin
Samimiyet testinden geçtiğin her şehirde
Aşınmış zamanların kiri, tozu üstündeyken
Tüm sesler sustuğunda, tüm sözler bittiğinde
Hüseynî makamı seni arıtabilir mi bilemem
Artık uyan bir seherde, suda yaşayan çiçekler gibi
Zorla tüm imkânları, çılgın hayaller kur
Gazze’de, on birinci bölüğün siperine ve bomba tepesine
Benden selamlar götür, toprak doldur cebine
Getir. Getir, bahçemi bulamazsan, koyuver kabrime