Kur'anî Hayat Dergisi (sayı 2013/32)
‘Kuran ailesi’ tamlaması ile tanımladığımız, bir Müslüman kadın ve bir Müslüman erkek tarafından oluşturulan ailenin temeli iki kişidir. Geri kalan kişiler değişebilir fakat bu iki kişinin akdi devam ettikçe evlilik kurumu da devam edecektir.
Kuran ailesinde ebeveyn, evlerine ışığın gelmesi için hangi pencereyi nasıl, ne zaman açmaları gerektiğine karar veren kişilerdir. Görevli ve sorumlu onlardır. Onların iyi yetişmişliği ve karı-koca olarak aralarındaki uyum oranında, ailede her kişi için doğru zamanda doğru pencere açılacaktır. Mesela, çocuklar için kış ortası sayılabilecek bir dönemde, evi sıcak tutmak yerine bir de pencere açarlarsa sonucun ne olacağı tahmin edilebilir.
Evlerin ana girişi sayılabilecek kapılar (anne-baba), sıkıca kapalı olsa bile, arka girişler (uygunsuz çevre) veya balkon girişleri (medya), kaçak girişler için kullanılabilir. Hırsız içerdeyse kapıyı kilitlemenin anlamı nedir? İnsanları üstünleştirecek değerleri çalacak veya aynı değerleri değersiz gibi gösterecek müfsitler evin içine dâhil olmuşlarsa o ev, beklenen görevi nasıl yerine getirecektir? ‘Şehirde evler edinin ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın.’(Yunus Sr:87) ayetinin tecelli ettiği yer kılınmak istenen mekân, nasıl kutsal bir sığınak olacak? Anne-baba ve diğer fertler bir şekilde unutturulmuş bulunan ‘evin, mescitlerden bile daha kutsal bir mekân’ oluşunu hatırlamadıkça birbirlerine ve yuvaları vasıtasıyla sorumlu oldukları görevlerine dört elle sarılmayacaklar, evlerini mescitleştirmeyeceklerdir. Evler ve her evin iki yöneticisi, kendi ortamlarını da ‘Evlatlarımdan bir kısmını senin Beyt-i Harem’inin yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Namazı dosdoğru kılabilsinler diye.’ (İbrahim Sr:37) ayetinin kendi evleri içine, Rahmanî bir yönlendirilmeyle yerleş(tiril)diklerini hatırlayarak, mekâna şeref veren tek şeyin kulluk/Allah’a teslim olmuş bir hayat yaşamak olduğunu hatırlamalılar.
Kur'anî Hayat Dergisi (sayı 2014/34)
Kur’an-ı Kerim, beşer olarak yaratılan kişide, ‘İnsan-ı Kâmil’i ortaya çıkarmak için nazil olmuş Son Kitap’tır. Hz. Peygamber, bu Kitabın ilk öğrencisidir. O, bu sebeple tüm insanlık için çok özel ve üstün bir örnektir.
Bilindiği gibi sahabe, Peygamberimizin ahlâkı hakkında bilgi almak istediğinde, Hz. Âişe annemiz şu cevapları vermiştir: "Siz Kur’an'ı okumuyor musunuz? O'nun ahlakı Kur'an'dı." (Müslim, Misafirin, 139); “Sen Kur’an okumuyor musun? Kur’an’da O’nun hakkında ‘Şüphesiz ki sen yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem, 4) buyrulmuştur.” (Ahmed b. Hanbel) demiştir. Bir diğerinde ise, “O’nun ahlâkı Kur’an’dı. Müminûn Suresi’ni okuyorsunuz değil mi? Oku!” demiş. Muhatabı bu surenin ilk bölümünü okuduktan sonra, “İşte O’nun ahlâkı bu idi” karşılığını vermiştir. (Buharî, el-Edebü’l-Müfred, 99; Hâkim, el-Müstedrek, 2/392). Yine bir başka sefer de şöyle demiştir: “O’nun ahlâkı Kur’an’dı. O, Kur’an’da Allah Tealâ’nın gazap ettiğine gazap eder, razı olduğuna razı olurdu.” (Beyhakî, Şu’abu’l-İman, 2/154.)
Bu yüzden Sevgili Peygamberimiz (sav): "Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim." (Muvatta', Hüsü'1-hulk, 8) buyurarak, peygamberliğin gayesinin "güzel ahlak" temeline dayalı bir sistem inşa etmek olduğunu ifade etmiştir. Kur'an-ı Kerim’de Rabbimiz, O'nun hakkında: "Sen yüce bir ahlak üzeresin" (el-Kalem, 68/4) buyurmaktadır. İnancımızın, bir insanın ‘duygu, düşünce ve amel’ toplamı olan ahlâkına verdiği büyük önemi anlamak için Kur'an’a ve Hz. Peygamber'in hayatına/siyere şöyle bir bakmak bile yetecektir. Başka her şeyi kenara koyarak yalnızca İslam’ın oluşturmaya çalıştığı ‘savaş ahlâkı’na bile baksak, bizde geriye kalacak olan şey, merhametli bir Allah’ın insanlık eliyle inşa ettiği bir sisteme duyulan hayranlık olacaktır.
Kur’an-ı Kerim’i; ‘Hz. Peygamber’de var olan güzel ve üstün fıtratı, üstün bir şahsiyet haline getiren Kitap’ nazarıyla okuduğumuzda, bu gerçek, hayatın her bölümünü kapsayacak şekilde görülüyor. Kitabımız, yaşanan her durum ve oluşa göre Hz. Peygambere ve tabiîlerine, nasıl olacaklarını ve davranacaklarını, sürekli tekrarla öğretiyor.
Kur'anî Hayat Dergisi (sayı 2014/33)
İletişim; duygu, düşünce veya bilgilerin ‘yazı, konuşma, jest-mimik’ dâhil olmak üzere akla gelebilecek her türlü yolla, başkalarına aktarılması işidir. Konuşmak iletişim için bir zaruret, insan için bir ihtiyaçtır. İletişim imkânları azaldıkça bu konu daha çok gündeme gelmekte, her yol ve yöntemle eğitiminin verilmesine çalışılmaktadır. İletişimin önemi sebebiyle, konu, yükseköğretime kadar taşınarak bu hususun bir yetenek haline gelmesine ve farklı sahalarda kullanılması gayesiyle, eğitiminin verilmesine sebep oldu.
Biz bu başlık altında, insanlığın fidanları sayılabilecek gençlerle iletişimde, nazarı dikkate alınmasını faydalı gördüğümüz bazı hususları gündeme getirmek istiyoruz.
Gençlerle Muhatap Olanlar! Gençler, istediğiniz gibi değil, yetiştirdiğiniz gibi olurlar. Çocukların ve gençlerin nasıl olmasını istiyorsunuz? Bunun için ne yapıyorsunuz?
…
“Kimin çocuğu varsa, onunla çocuklaşsın.”(sav)
“Çocuğu topraktan ayırmayınız, toprak çocuğun baharıdır.”(sav)
“ Çocuklarınıza asil insan muamelesi yapınız.” (sav
“Çocuklarınızla yedi yaşına kadar oynayınız, on beş yaşına kadar eğitiniz, on beşten sonra danışınız.”(Hz. Ali)
İnsan eğitimine yönelik bu ölçüler, çocuk ve gençlerle ilgili olan başta anne-baba ve eğitimciler olmak üzere bu konuyla ilgili herkesin bilmesi gereken ölçüler olmalıdır. Herkesle olan ilişkide olduğu gibi, gençlerle ilişkide de ‘sevgi, saygı, şefkat, merhamet’ temeli oluşturmalıdır. Yetişkinlerin, tepemize çıkarlar kaygısıyla, gençlere sevgisini göstermemesi yanlış bir tavırdır. Her genç, büyükleri tarafından samimi ve çok özel bir sevgiyle sevildiğini hissetmeli, bilmelidir. Ancak bundan sonra onların sözleri ve onlardan gelen istekler, gençler için bir şey ifade edecektir. Bu konuda öncelikli sorumluluk sahibi olan insanlar şunu hiç unutmamalıdır: Her başarının temelinde sevgi vardır. “İyi bir hayat, ilhamını sevgiden alır, yönünü bilgiyle bulur.” (Seçme Yazılar, Russell)
(Ayten DURMUŞ, Özgürlük Mesnevisi)
Anamın oğulları vefasız çıktı oğlum
Yalnızlık türküsünden incindi narin ruhum
Hayat uykusundalar ölümden daha derin
Ne korkunç sabah oldu, gün doğdu haber verin
Nihavent makamında şarkı söylüyor zaman
Bu dünyaya ne oldu, etrafı sarmış duman
Katliam ve kan gölü, insanlar neden sus-pus
Böyle bir şey olamaz inanmam bu bir kâbus
Ruhumun vadisinden yükselip gelir çığlık
Katrana Kevser diyor, sihirli kızıl ışık
Arkasına gizlenmiş çirkin gözlü bir pusu
Kanla yoğrulmuş ekmek, gözyaşı katılmış su
Karanlığın başında hissizleşmiş suratlar
Karanlığın gözünde açılmamış kanatlar
Taşlaşmış gönüllerin can alıyor sevgisi
Ölümün dudağından öpüyordu birisi
Kimi yaşça büyümüş, oturur kumda oynar
Kimisi doğduğunda annesinden ihtiyar
Yine efkâr basıyor, sağım solum bataklık
Sarhoş dev tam karşımda, bütün yüzler yılışık
Homurtu yankılanır, vadilerde ses gibi
Ufkum kızılboyandı, alevden nefes gibi
Din adamı olmuşken hurafenin dindarı
Ne Maide çözümdür ne Kevser’in pınarı
Simli sözler dilinde, parlaktır, yumuşaktır
Beş kuruşu çok bulur, üç kuruşa uşaktır
Ne yana istersen çek, sözleri hep karışık
Nesline, hayatına kastedenle barışık
Sol eliyle aldı hep sağ elin verdiğini
Ve düşündü ilminin ecrine erdiğini
Görevsizlik kararı almış bizde ulema
Kitap yüklü merkebe duvar süsler diploma
Kendi çok cesur lakin korkup durur gölgesi
En çıplak hakikati gizlemek göstergesi
Tutarsız fikirleri aylaklık bildirisi
Ömürsüz davaları süslü laf çevirisi
Mevsimlik kitapların hormonlu görüşleri
Sabrımızı çürüttü kayıkçı dövüşleri